Avni Arbaş, Mustafa Kemal, 1990
Karakter Boyutu
Mustafa Kemal, 91 x 71 cm. 1990 yağlıboya İmzalı
Avni Arbaş (1919 - 2003)
Avni Arbaş 1919`da İstanbul`da doğdu. Babası, Kuvayi Milliye subaylarından Süvari Albay Mehmet Nuri Beydir.
Cumhuriyetin kuruluşunun ardından, babasının görevli olduğu Aydın`a yerleşen aile, 1927 yılına değin burada kaldı ve Avni Arbaş ilkokula burada başladı. On yaşındayken, Sivas`ta babasını yitirdi.
Kendisi de resim yapan, yedi yaşındaki oğluna, Anadolu`da Fransızca öğretmeni bulan bu aydın subay, Avni`ye (kendi deyişiyle) sanatı aşılayan ilk öğretmeni olmuştu.
Mehmet Nuri Beyin 1929`daki ölümünün ardından, Avni, annesi Rana Hanımla birlikte İstanbul`a gelir. Burada, yatısız olarak Galatasaray Lisesi`ne yazılır. Bu okulda içindeki ressamlık tohumunun yeşerip gelişmesini sağlayacak bir ortam bulur: Resim öğretmeni, asker ressamlardan Mehmet Ali Bey'in yönetimindeki resim atölyesinde, Cihat Burak, Selim Turan gibi geleceğin önemli Türk ressamları bir arada çalışırlar.
Avni Arbaş ve Mustafa Kemal tablosu
Avni Arbaş, daha öğrencilik yıllarında, İstanbul`un bohem sanatçı çevrelerine girer. İbrahim Safi, Naci Kalmukoğlu ile tanışıp onların atölyelerinde çalışır. Akademi`nin, “Cours de soir” denilen kayıtlı öğrenci olmayan yetenekli gençlere çalışma ortamı ve model sağlayan gece kurslarına gitmeye başlar. Sonunda, o kaçınılmaz gün gelir: Avni, Galatasaray`dan ayrılıp Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümünün orta kısmına kaydını yaptırır (1937). İlkin Çallı`nın, daha sonra, gerçek bir kadirbilirlikle, “Resmin kuralları olduğunu ondan öğrendim” diyeceği Leopold Levy`nin atölyesinde çalışmaya başlar. 1946 yılına kadar kalacağı akademi yıllarında, Devlet Resim ve Heykel sergilerine katılır. İktidar partisi CHP`nin, kuşkusuz, gerçek bir kültür adamı olan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel`in çabalarıyla düzenlediği yurt gezilerine seçilen ressamlardan biri de genç Avni Arbaş`tır. Şansına Siirt düşmüştür. İlk kez o yılların yoksul Anadolu`suyla tanışır. (1954`te Paris`teki ilk segisinde yer alan ve Mahmut Makal`ın Bizim Köy (Bir köy öğretmeninin notları)`ünden esinlendiği resimlerinde, bu Siirt gezisini anımsamış olmalı.
1943 yılında, Zerrin adında, Fransızca bilen, Tatar kökenli bir genç kızla evlendi Avni. Bu arada, çeşitli karma sergilere (başta Liman Sergisi olmak üzere) katıldı. Savaş yıllarında, Akademi`deki öğrenimini noktalamak, diplomayı alıp yedeksubay, sonra da bir lisede resim öğretmeni olmak pek çekici gelmediği için, eğitimini elinden geldiğince sürdürdü (dokuz yıl!). Ve diplomasını almadan (alıp da ne yapacaktı?) savaşın bitiminin hemen ardından, Fransız Hükümeti'nin verdiği bir bursla kapağı Paris`e attı.
O yıllarda tüm dünya ressamlarının Kabesi olan bu kent, savaştan yeni çıkmış olmasına karşın, sanat alanında olağanüstü bir hareket, canlılık, arayış ve yenilikler içindedir.
Avni, otuz yedi yıl sürecek Fransa serüveninin başlangıcında acı bir olay yaşar: Eşi Zerrin doğum sırasında ölür. Avni, doğan kızına ölen eşinin adını verir. Ve çocuk bir süre sonra, İstanbul`a anneannesine gönderilir. (Avni yıllar boyunca kızını göremeyecektir.) Ama yaşamında, resmin de devam etmesi gerektir. Avni`nin Paris`ten gönderdiği resimler, Adalet Cimcoz`un İstanbul`da yeni açılan Maya Galerisi`nde sergilenir (1951). Bu onun ilk kişisel srgisidir. Paris`teki ilk sergisinde ise (Galerie La Roue, Mayıs 1953), çoğunluğu Bizim Köy`den insan manzaraları, diye niteleyebileceğimiz resimlerden oluşur. 1950`lerin başlarından beri birlikte olduğu Henriette Lapouge ile 1958`de evlenir. Uzun yıllar boyunca gerçekleştirdiği Henriette portrelerinde, Arbaş`ın portre ressamı yeteneği tüm boyutlarıyla belirir.
Tıpkı, zaman zaman yolu Paris`e düşen Nazım Hikmet`ten çalıştığı krokilerde, desenlerde olduğu gibi.
Avni Arbaş, Paris, Antibes ve Vallauris`te, aralarında Picasso`ların, Tristan Tzara`ların, Aragon`ların, Prevert kardeşlerin de bulunduğu bir dostlar çevresi edinmiş ve Ecole de Paris ressamları arasında yerini almıştır.
1966`da Henry Montherlant`ın toplu oyunlarının 3. cildini resimler. Bu lüks baskıda, sanatçının, Fernand Mourlot Atölyesinde gerçekleştirdiği on beş özgün litho yer almaktadır. (Editions Lidis / Imprimerie Nationale, Paris 1966.)
Ne var ki, her devlet, sanatçısını, onun başarılarını sevmez. Düşüncelerinden hoşlanmaz, ününden tedirgin olur. Avni`yi de, askerlik yapmadığı gerekçesiyle vatandaşlıktan çıkarır. Tüm yaşamı boyunca kendini bir Türk ressamı olarak tanıtan Arbaş, 1977 yılında yurduna döndüğünde “apatride” yani “vatansız” dır. Ancak uzun yıllar ve uzun çabalar sonunda yeniden vatandaşlığına kavuşabilir. Tüm yaşamını, renklerin ve çizgilerin dünyasına adamış bu Türk ressamı, dünyanın neresinde olursa olsun, oranın kokularını, renklerini, ışığını, havasını yansıtmıştır resimlerinde. Türkiye`ye döndükten sonra da, İstanbul`da Boğaz`ın ve Marmara`nın sürekli değişen ışığını, güney sahillerinin balıklarını, balıkçılarını, meyvelerini, çiçeklerini resmetmeyi sürdürdü.
Avni Arbaş hayatla ilişkilerinde ve genel yaklaşımında ayrıntılarla değil daha fazla özle ilgileniyor. Doğaya, hayata bakınca da ayrıntıları değil resmini yapmak istediği nesneyi görüyor. Buna “seçmeci” bir bakış da diyebiliriz. Bu bakış seçileni çevresinden yalıtıyor, çevresiyle olan ilişkisini kopartıyor. Bir anlamda sanatçı doğanın gerçekliğini bozuyor. Bu bakışın tuval üzerindeki ifadesinin ise, arka planın giderek figürden arınarak renge dönüşmesi ve tuvalin yüzeyselleşmesi, ayrıntıların feda edilmesi ve ana figürün tuvalin ortasına yerleştirilerek çarpıcı biçimde öne çıkması biçiminde olduğu görülüyor. Avni Arbaş`ın bunca yol aldıktan sonra resimlerinde, renk ve biçim olarak ortaya çıkan, çarpıcı yalınlıkta pür bir resme ulaştığını söyleyebiliriz. Bir bakıma onun sanatı arınmış bir sanattır. Aynı zamanda çok kişisel olduğu için bir o kadar da güçlüdür.
Kaynak: Ferit Edgü, "Avni Arbaş", Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul - 2001
Sanatçının Diğer Atatürk Eserleri