Mustafa Kemal’in Sivas’tan Damad Ferit ve Vahdettin’le Yaptığı Görüşme
Karakter Boyutu
Mustafa Kemal’in Sivas’tan Damad Ferit ve Vahdettin’le Yaptığı Görüşme
Mustafa Kemal’in Sivas’tan Damad Ferit ve Vahdettin’le Yaptığı Görüşme
İstanbul, gecenin yumuşak karanlığında ışıldayan ışıklarla yıkanırken, Sadrazam da üstüne çöken gevşeklikle uyandırıldı. Birkaç dakika sonra çalışma odasında Telgraf müdürünü kabul ediyordu. Müdür kendisine büyük bir saygıyla kucak dolusu telgraf uzattı.
Sadrazam’ın kanı şakaklarına çıktı, damarları kabardı. İnatçı Arnavut kafası neredeyse çatlayacaktı.
Telgraflar Anadolu’dan geliyordu. Sivas Kongresi’ne katılanlar ve birçok da Kolordu Kumandanları, Sultan Mehmet Vahdettin’e telgraf çekerek, vatan haini Damat Ferit Paşa kabinesinin çekilmesini istiyorlardı. Telgraf Müdürü bu telgrafları Sultan Vahdettin’e sunmaktan çekinmişti.
Sadrazam kendisine hak vererek, başıyla işaret ediyor.
İşte bu Malatya olayının sonuçlarıydı. Mustafa Kemal Paşa bütün Anadolu’ya durumu bildirmiş. O zamandan beri millet Damat Ferit Paşa’yı, vatan haini telâkki ediyor, kolordu kumandanları da çekilmesini istiyorlar.
-“Anadolu’daki efendilere derhal telgraf çekerek, Padişah’a yapılacak bütün başvuruların usule uygun, Sadrazam kanalıyla yapılacağını bildiriniz.”
-“Emredersiniz devletlim.”
Müdür odadan çıkıyor.
Meselenin önemini göz önünde tutan Sadrazam Padişah’ı geç vakit rahatsız etmeye cesaret etti. Mabeyinci Paşa, hükümdarın kararını telefonla bildiriyordu. Padişah asilerin telgraf ve isteklerini kabul etmiyor.
Sadrazam zafer kazanmışçasına gülümsüyor.
O gece teller durmadan işledi. Anadolu şehirleri, Erzurum, Sivas, Ankara, Diyarbakır, Malatya ve Konya’daki Kolordu Kumandanları telgraf aletlerinin başında sabahladılar. Mustafa Kemal Paşa’nın emri böyleydi.
Bizzat Paşa, Sivas’ta telgrafhanede oturmuş, etrafı idare ediyordu. Dudaklarını sıkmış, çelik gibi sert açık gözleri enerji ve irade ile parıldamaktaydı.
Alet tak etti, İstanbul’dan cevap. Padişah telgrafı kabul etmiyormuş.
-“Yıldız Sarayı’na hattı açınız...” Mustafa Kemal Paşa’nın bu emri tel vasıtasıyla Erzurum, Ankara, Diyarbakır, Malatya ve Konya’ya ulaştırılıyor:
Oralardan da İstanbul’a aynı kelimeler yağmur gibi yağmaya başladı. Elektrik dalgaları sarayın telgrafhanesine hücum etmekteydi.
-“Yıldız Sarayı’na hat açılsın. Ankara, Konya, Erzurum, Diyarbakır, Malatya kumandanları.”
Damat Ferit’in dişleri sıkışmış.
-“Hayır, olamaz.”
Kısa bir sessizlik. Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa kumandanlara şimdi de yeni emirler veriyor. Gene İstanbul’a telgraflar yağıyor.
-“Şayet bir saat sonra Yıldız Sarayı’na hat açılmayacak olursa, Anadolu, Merkezî hükümetle ilgisini tam manâsıyla kesecektir. Ankara, Sivas, Konya, Erzurum, Diyarbakır, Malatya Kolordu Kumandanları.”
Sadrazam hırsından titremektedir. Derhal Padişah’ın Mabeyincisini durumdan haberdar ediyor. O da cevap veriyor:
-“Sultan Vahdettin asiler tarafından verilen ültimatomu kesinlikle göz önüne almamaktadır. Sadrazam Hazretleri Padişah’ın arzusuna göre hareket etsinler.”
Sadrazam Damat Ferit Paşa gururla başını arkaya atıyor, cevabın metnini Telgraf Müdürü’ne derhal bildiriyor.
-“Hayır.”
Gecenin karanlığında görünmez bir halde, çok büyük, kısmen daha kapanmamış, kıyılarından cennet gibi bereketli toprakları ve güzel manzaraları bulunan, içerde ise vahşi kayalıklar ve stepler mevcut, seyrek köyleri ve şehirleriyle Anadolu’nun dört bucağına yıldırım hızıyla gene telgraflar yağmaya başladı.
Sadrazam masasının başında hareketsiz oturuyor. Kıymetli kumaştan yapılmış ropdöşambrının etekleri kıvrılarak halının üstüne dökülmüş. Masaya dayadığı elleri sinirli sinirli oynamaktaydı. Dış görünüşü bir İngiliz centilmeninden farksız olan dik kafalı Arnavut birdenbire etrafının bir boşluktan ibaret olduğunu hissetti. Anlaşılmaz bir hisle sarsılan Ferit Paşa boynundaki atkıya daha sıkıca sarılmaktadır.
Ölüm sessizliği hüküm sürüyor. Hiçbir şey kıpırdamıyor. Gecenin sessizliğini, en ufak bir çatırdı bile bozamıyor. Ayağa kalkarak pencereye yaklaşıp, Doğu’ya, Anadolu’ya doğru gözlerini dikti.
Derhal telgraf müdürünü arıyor. Bu sessizliğe artık dayanacak hali kalmamış. Müdür de birdenbire susan aletlerin önünde oturmuş düşünmekte.
Anadolu’da ses yok.
Sadrazam; “Derhal Anadolu ile bağlantı sağlamaya çalışınız” diye emir veriyor.
Faydasız. Aletler boşluğa vuruyor.
-“Anadolu’nun bütün istasyonlarını uyandırınız.”
Cevap yok. Hatta işgal altında bulunan yerler de susmuş.
Süre dolar dolmaz Anadolu’da bulunan Mustafa Kemal Paşa taraftarı askerler derhal telgrafhaneleri işgal etmişlerdi. İşgal altında bulunan yerlerdeki hatlar kesilmiş, yok edilen noktalara da nöbetçiler dikilmişti.
Birçok istasyonlarda memurların tutuklanarak hapsedildikleri görülmekteydi. Çünkü bazıları karşı koymak istemişti.
Paşa ilk mühim ve kesin darbeyi indirmiş oldu. Anadolu kendi egemenliği altına girmiş, Padişahla arasında hiçbir bağ kalmamıştı.
Sultan Vahdettin durmadan düşünüyor. Bir çare bulmak lâzımdı. Allah İngilizlerin belâsını versin, en büyük gazaba uğrasınlar. İsteklerinden bir türlü vazgeçmeyip, ordunun silah bırakması hususunda inat edip duruyorlar. İhtilâli önlemek için Anadolu’ya birliklerin geçmesine de engel oluyorlar. Mağlup olmuş Osmanlı Devleti’nin bu iç karışıklığından belki memnunlar, çünkü bu suretle daha iradesiz, daha zavallı bir hükümetten istediklerini kolaylıkla koparacaklarını ümit etmekteler. Birbirlerini mahvetsinler daha iyi, hiç olmazsa işlerin çoğunu kendi kendilerine halletmiş olacaklar.
Padişah, İngiliz dostlarını iyi tanıyor. Kendisi de pişkin bir siyaset adamı, aynı zaman da Abdülhamit’in usullerini biliyor.
Anadolu Mustafa Kemal Paşa’nın elinde; İstanbul, memleketi olmayan bir başşehir; Padişah, milletsiz bir hükümdar. Bütün bunlara karşı müttefikler de kulaklarını tıkıyorlar.
Vahdettin baş eğmeye karar verdiği zaman, hırsından tırnaklarını oturduğu koltuğun yastığına batırıyordu. Başka bir hal çaresi göremiyor.
Mustafa Kemal Paşa’yı şiddetle yolundan döndürmek imkânsız, hile ile bu işe teşebbüs etmeli.
Ferit Paşa kabinesi çekildi. Padişah barışmak üzere elini uzattı demek. Bu geçimsizlik, birbirini yemek yetişir artık. Sivas’taki milliyetçiler, isteklerini doğrudan doğruya hükümdara bildirsinler. Padişah itimat ettiği ve Anadolu’dakilerin de güvenecekleri bir hükümet kurmak arzusunda. Padişahın lütfu o derece büyük ki, millet temsilcileri seçilmesi hususunda izin vermeye istekli.
Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa’nın etrafını alıyorlar, sadakat yemini ediyorlar, Paşa’yı tebrik ediyorlar. Kurtulmuş olmanın sevinciyle derin nefes alıyorlar. Üzerlerinden karlı dağlar kalktı. Tanrı’nın dünya yüzündeki vekiline karşı artık âsi vaziyetinde bulunmayacaklar. Hakikati söylemek lâzım gelirse, hiçbirisi o durumda huzur içinde değildi. Halifeye karşı cephe almak hoşlarına gitmiyordu. Kâzım Karabekir Paşa’nın sadık dürüst asker kalbi şimdi serbestçe atmaktadır.
Tereddütsüz, karşı koymak yükünden kurtulmuş durumda. Şimdi her şey düzelecek. Bir anlaşmaya varılacak. Her iki tarafta bazı isteklerinden vazgeçerek gerçek siyaset takibine başlayacaklar.
Hayret edilecek şey; Paşa neden böyle karanlık bakışlarla etrafına bakmıyor? Tebrike gelenlere neden arkasını dönüverdi? Yakında Sadrazam olacak. Osmanlı Devleti’nin en kudretli insanı olarak da elverdiği kadar hafif şartlar altında barışı imzalayabilir.
Damat Ferit Paşa’ya yaptıkları gibi, millî Türkiye’nin temsilcisine kötü muamele etmeye cesaret edemeyeceklerdir.
Çoktan beri gülümsemeyen Paşalar, ilk defa olarak güler yüzle ortada dolaşıyorlar. Tabii bulundukları yerin imkânları dâhilinde. Bu henüz başlayan harekâtın en ağır saatinin çalındığını Mustafa Kemal Paşa anlamaktadır. Paşaların, valilerin, millet temsilcilerinin rahatça nefes aldıklarının farkında. Hararetle Padişahın uzun ömürlü olması için dua etmekteler.
Fakat Paşa, yalnız kuvvetli ve ateşli kana sahip değildir, aynı zamanda o becerikli, kurnaz ve icap ettiği zaman da hile yapmasını bilir.
Rakibi olan Padişah’ın alçakça hilesini yorumlayabilmişti, çünkü onda kuvvetle beraber zekâ da mevcuttu. Yürümesi gereken karışık yolların üstünde, kutsal gayenin sancağı havalanmaktadır.
Hatlar serbest bırakılır bırakılmaz İstanbul’a çekilen ilk telgrafla, Mustafa Kemal Paşa Sultan Vahdettin’e şükranlarını bildiriyordu.
Padişah’ın, elinde tuttuğu telgrafı parçalamamak için kendisini tutması gerekmişti.
Ancak halifenin hakkı olan bir deyimi kullanarak asi kumandan “millet namına” diyordu. Kurdun tırnakları, sadakat perdesi altında pusuya yatmış bekliyor.
Vahdettin bu tırnakları kopartmanın çok güç olacağını, yavaş yavaş körleştirmenin bile mümkün olamayacağını pek âlâ biliyordu.
En son hızla millet mümessilleri seçilecek. Gerek Anadolu gerekse Avrupa kıtasında bulunan Türk şehirleri mümessillerini gönderecekler.
Vahdettin haince gülümsüyordu. Bu millet temsilcileri İstanbul’da, hükümdarın gözleri önünde toplanacaktır. Hatta İngiliz Donanması'nın toplarına karşı olarak.
Paşa böyle apaçık bir tuzağa düşmeye razı olmaz. Daha iyi ya, varsın Anadolu’da oturup, sesini çıkarmasın. Hürmete lâyık temsilcilerle iş yapmak daha kolay olur. Güzellikle olmazsa... İngilizler nasıl olsa el uzatacaklardır.
Bundan sonraki hedef de, Mustafa Kemal Paşa’nın elinden milli harekâtın idaresini zorla almak olacak. Millet temsilcileri burada birleştikten sonra temsili heyet, yani Sivas’taki ihtilalcı hükümet, lüzumsuz sayılarak, dağılmaya mecbur olacak. Nasıl olsa onlar kanun dışı hareket ediyorlar. Paşa ise tek başına kalacak, bir gece içinde, ismi bile duyulmayan sivil bir adam olup çıkacak.1
1 BANOĞLU, Niyazi Ahmet, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, Garanti Matbaası, İstanbul 1967. s. 114–121.
Kaynak: Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009