Mustafa Kemal'in Bir Ticaret Macerası ve Gazete Sahipliği

Mustafa Kemal'in Bir Ticaret Macerası ve Gazete Sahipliği
Karakter Boyutu

Mustafa Kemal'in Bir Ticaret Macerası ve Gazete Sahipliği

MUSTAFA KEMAL'İN BİR TİCARET MACERASI VE GAZETE SAHİPLİĞİ

Ordular Grubu Kumandanlığı'ndan İstanbul'a geldiği zaman bakmışlar ki Atatürk'ün üç beş bin lira tasarrufu var:

- Artık bir vazifeniz yok, böyle arkası gelmeyen masrafa dayanılmaz, paranızı bir ticarete koysak, demişler.

- Ama ben ticaret bilmem ki...

- Bilmenize hacet yok, efendim. Mesele A... Beyefendiye sizin bu ehemmiyetsiz paranızı kabul ettirebilmekte. Ondan sonra paranız kendiliğinden işler, durur.

Söyleyen eski bir ahbabı. A... Beyefendi de tanımadığı bir İstanbul kibarı. Kendi kendine, öyle ya topu topu birkaç bin lira var, anamın sandığında duracağına A... Beyefendi kim ise, onun sermayesi içinde dönüp çoğalsa hiç de fena olmaz, diye düşünür. Ahbabı:

- Dün hatırıma geldi de A... Beyefendiye danışmadan size geldim. Onun razı olacağını söyleyemem. Çok büyük işler görür. Bunlar arasında birkaç bin liranızla alakadar olacağını tahmin etmiyorsam da bir defa görüşür, tanışırsanız... Pek hoş sohbet bir zattır da...

A... Beyefendi akşam meclislerinden birine Mustafa Kemal'i davet eder. Atlas döşeli kupa arabasını gönderir, Mustafa Kemal yanına Fethi Bey'i alarak gider. Niyeti Beyefendi lûtuf buyurursa, Fethi Bey'in tasarrufunu da kendi parasına katarak ''nemalandırmak''tır.

İstanbul tarafında bir konağa girmişler. Sofra, yemekler, salon hepsi yerinde. Beyefendi Babıâli üslûbu ile sohbetler açar, terbiyeli konuşur, pek nezaketli dinler, ticaret ve para gibi bahislere tenezzül edip dokunmaz bile! Mustafa Kemal içinden, galiba bizi beğenmedi, paramızı kabul etmeyecek, diye kaygılara bile düşer. Bir aralık, hani bizim mesele, der gibi ahbabına göz ucu ile işaret eder. Ahbabı sonunda güçlükle meseleyi açar, beyefendi yarı dinler, yarı dinlemez.

- Hele Paşa Hazretleri yazıhaneye teşrif etsinler de... gibi yarım ağız bir vaatte bulunduktan sonra, felsefeye mi, politikaya mı, bir kibar bahse daha geçer.

Gece geç vakit konaktan çıkmışlar. Mustafa Kemal yolda Fethi Bey'e: - Nasıl? demiş. - Nesi nasıl? İş nedir? Ne verilecek? Ne getirecek? Bir şöy söylemedi ki...

- Tuhafsın Fethi, adamın nezaketine, kibarlığına baksana... Kendisinden böyle adi şeyler sorulur mu hiç?

- Ben bilmediğim işe senetsiz kontratsız on para koymam, der.

Mustafa Kemal, inatçılığı yüzünden, arkadaşının böyle bir fırsatı kaçırmasına onun hesabına esef  eder ve ertesi sabah anasının da:

- Ne yapacaksın yavrum? Sakın paranı elinden kapmasınlar? gibi ihtiyatlı sözlerine karşı da, adeta beyefendi hesabına sıkılarak parasını alıp götürür. Yaveri Cevat'ın galiba yüz elli lirası birikmiş. O da rica ederek bu sermayesini kumandanının parasına katmış. Yolda Mustafa Kemal'in korkusu, ya kabul buyurmazsa? Yazıhaneye gitmişler. Beyefendi Mustafa Kemal'in zarfını almış:

- Bir defa saysanız...

Sözüne:

- Değer mi? gibi bir yarı gülüşle baktıktan sonra kasasını açmış, içine atıvermiş.

Binlerce liranın eksik olup olmadığını bile merak etmeyecek kadar kibar olmak için kimbilir ne kadar zengin olmalı, diye düşünen Mustafa Kemal, sermayesinin de konduğu ticaret işinin teferruatı üzerine konuşmaktan bile sıkılmış. Çıkıp gitmişler.

*

Bunu ahbabından sormuş. O da bir incir meselesinden bahsetmiş. İzmir'den bir yelkenliye konacakmış. Bir yere götürülecek, satılıp bir şeyler alınacak, o İstanbul'a gelecek, karma karışık, dolambaçlı bir iş ama, ahbabı:

- Büyük kâr böyle olur. Yüzde ikiden, yüzde üçten ne çıkar? Bir iki dönüşte konan para iki misline çıkmalı ki bir şey anlayasınız...

Bir iki dönüşte iki misli, üç dört dönüşte dört misli, Mustafa Kemal anacığının alacağı evi hayalinde bir iyi döşemiştir bile!

Günler geçer. Yelkenli bu, gün ölçüsüne gelmez. Haftalar geçer, Mustafa Kemal Fethi Bey'e bir sorayım, der, o soğukkanlı ve realist:

- Ne yelkenlisi, ne inciri birader... Mükemmel dolandırdılar seni...

Derse de, atlas döşeli kupa, sofra üstündeki kristal kadehler, yaldızlı koltuklar, sonra beyefendinin para zarfını şöyle kasaya doğru atışı gözü önünde canlanan Mustafa Kemal arkadaşına kızar:

- Sen de hep böylesin. Her şeyin fena taraflarını bulursun, diye sinirlenip yine ahbabı ile soruşturur.

Yanlış bir limana mı gitmişler, yoksa incirde kurt yokmuş da var diye rüşvet mi istemişler, boşalmış da yerine yükleneceği mi beklemekte imişler, her görüşmede yeni bir havadis! Hatta hepsinin beyefendide telgrafları var.

Bir gün bütün cesaretini toplayıp beyefendiye gider. Aa... Sanki hiçbir şey yok. Adamcağız masasının başında, eski hal, eski düzen... Büyükdere postası sekiz on dakika rötar yapmış gibi bir şey... Mustafa Kemal, zahir büyük tüccarlık bu, hiç tecrübem olmadığı için ben telaşlanıyorum galiba, diye ayrılıp yine beklemeye koyulursa da içine nihayet bir şüphe de girmiş. Ha geldi ha gelecek günlerinde Sultanahmet Meydanı'nın deniz görür bir köşesinde zavallıya o gün ikindiye doğru enginde görünecek yelkenliyi bile gözetletmişler.

Tabii sizin de anlayacağınız üzere en sonunda tekne batmış!

Cevat ne kadar olsa küçük subay, parasız. Yüz elli lirasını kaybetmeyi bir türlü içine sindiremediğinden bir gün Beyefendiyi köprü üstünde sıkıştırır:

- Buraya bak, ben Paşa değilim, ya şimdi paramı verirsin, ya seni köprüden aşağı atarım, demiş ve sermayesini kurtarmış.

Mustafa Kemal, o güzel tatlı anlatışı ile bu ticaret macerasını ara sıra tekrarladığı zaman, hâlâ maaş artıklarından birikme parasına içi yanardı.

*

Bir müddet sonra İstanbul'da bir gündelik gazete meselesi ortaya çıkar. Gazetenin başında Fethi Bey var. Mustafa Kemal, az da olsa, sermaye koyanlar arasında.

Bu yeni ticaret büsbütün tatlı. Yazacaksın, yazdıracaksın, fikir kavgaları yapacaksın, üstelik para da kazanacaksın.

Gazete müşterisi nedir? Bir gazeteyi alanlardan yüzde kaçı ciddi yazı okur, yüzde kaçı meraklı havadisler ve tefrikalar peşindedir, Mustafa Kemal'in bunlar hakkında hiçbir fikri yok. O sanıyor ki o günkü gazetelerde Fethi Bey'den daha akıllı başyazar mı var, kendisinden daha iyi polemik ilhamları kim verebilir, o halde bu gazetenin, sürümü de hepsinden daha yüksek olması pek tabii değil midir? Birçok fikir adamları ve yazarlar bu hataya düşmüşlerdir ve imzalı makalelerinin bir gazeteyi, niçin imzaları altında çıkan bir kitaptan daha fazla sürdüreceği sualini kendilerine sormamışlar, sonra bir gazete yazıcılığının hususiyetleri üzerinde de durmamışlardır.

Biz okurlarımızla konuştuklarımızı birbirine karıştırırız. Konuştuklarımız seviyece, zevkçe aşağı yukarı bir ayarda olduklarımızdır. Bunlar, çok defa, gündelik gazete bile okumazlar. Beğendikleri gazete en az, ele almadıkları gazete ise en çok satar. Evet, gazetecilik de bir ticaret ama, bir fikir adamı için dahi incir üzüm alışverişi kadar anlamadığı bir ticaret!.

Mustafa Kemal de, gazetesini evinde okur, pek hoşuna gider, herkesin elinde görmek sevincini tatmak için erken sokağa çıkar. Ne kimsenin elinde, ne de müvezzilerin ağzındadır. Böyle bir gazete çıktığından sokaktaki, tramvaydaki ve otobüsteki şehir habersiz görünür. Halbuki Mustafa Kemal meclislerinin hepsinde herkesin gazeteden haberi vardır.

Gazete teknesi, incir teknesi kadar da dayanmaz. Bütün kumandanlık hayatından nesi kalmışsa, o da en çok sürülmemesi için hiçbir sebep olmayan bu gazetede eriyip gider.

Onun için, iktidarda iken dahi, gazete Atatürk'e korkulu ve tehlikeli bir teşebbüs olarak görünmüştür. Hâkimiyet-i Milliye kendisinindi: Pek mütevazı yaşardı. Yeni bir makine almak lazım geldiğinde Başvekil İsmet Paşa bana:

- Gazete bir şahsındır. Ben şahıs gazetesine nasıl para yardımı yapabilirim? demişti.

Biz, düz makinede bir türlü iyi ve yeter sayıda basılamayan gazetesine bir makine satın alması pek faydalı olacağını kendisine anlatmaya çalışıyorduk. Şöyle düşündü, taşındı:

- Ben öyle şey istemem, dedi, İsmet Paşa'ya söyler, gazeteyi partiye veririm, makinesini de parti düşünür. Devlet ve hükümet adamlarının gazeteleri serbest piyasada sürülmez. Bu eski, çok eski ve çok bilinen bir şeydir. Hususi adam ziyan eder ve gazetesini çıkarmaktan vazgeçer.

Devlet ve hükümet adamı ise, gazetesine zoraki yaşama imkânları arar. Bunları da ancak resmi kaynaklarda bulur. Kendisine de, hükümetine de, partisine de söz getirir.

Çok partili rejimlerde parti gazetelerinin zoraki yaşatılması için bizde yapılanlar, hiç, ama hiçbir demokraside yapılmaz ve yapılamaz. Hazinenin parası son akçesine kadar tamamiyle milletindir: Bu paradan ne bir şahıs, ne de bir parti hesabına fedakârlık istenemez. Bir gün bu türlü cömertliklerin hepsini âmir-i ita'ların (Yönetici) meteliğine kadar tazmin edeceklerinde şüphe var mı?

Atatürk'ün bir makine de almak elinde idi, bir milyon abone yazdırıp milyoner olmak da!

Hele iktidarda iken o Beyefendiyi bulup kendisine sermaye olarak yalnız bir tek kelimesini, bir tavsiye kelimesini vermiş olsaydı, hiç incir teknesi batar mıydı?

Kaynak: Falih Rıfkı Atay, Mustafa Kemal'in Mütareke Defteri, Pozitif Yayınları, Kasım 2008. ISBN: 978-975-6461. Sayfa:51-59

Bu yazıyı paylaş
Kapat
0/0
Mustafa Kemal'in Bir Ticaret Macerası ve Gazete Sahipliği