Kıyafet İnkılabı günlerinde Kastamonu'da.
Karakter Boyutu
Kıyafet İnkılabı günlerinde Kastamonu'da Panama şapkasıyla (23-31 Ağustos 1925)
ŞAPKA DEVRİMİ SIRALARINDA İDİ…
Devrimin başarısından başka bir şey düşünmeyen Atatürk, onun uygulanmasını sağlamak için birçok çareler bulmaya başlamıştı. Bunların arasında, arkalarında bir kitleyi sürükleyebilen insanları ikna etmek en önemli olanıydı. İlk olarak, işe o sırada Konya Çelebisi ve Milletvekili Veled Çelebi’den başlamak istiyordu. Fakat bu hiç de kolay bir iş değildi.
En zor şartlar altında vatanı kurtarmış olan Atatürk’ün dehası bu meseleyi halletmekte geçilemedi. Ve ertesi gün sabahın erken saatlerinde Veled Çelebi’nin evine gitti…
Hayatında istinasız herkese iltifat etmiş olan Atatürk, o gün de Veled Çelebiye iltifat ediyordu. Bir aralık, elini Veled Çelebi’nin omuzuna koyarak:
- "Senden bir hediye istiyorum", dedi.
Bu söz üzerine büsbütün şaşıran Veled Çelebi;
-"Aman Paşam…"diyebildi. "Ben size layık ne hediye bulabilirim ki?.."
Atatürk sesinin nüfuz edici tonu ile devem etti.
-"Bilakis sizde çok kıymetli bir şey var… Bu okadar kıymetli ki ben onu ancak müzede daklattıracağım ve onu Türk Milleti’nin geçirdiği devirlerin en kuvvetli şahidi olacak!"
Veled Çelebinin gözlerine bakarak devam etti:
-"Sizden sikkenizi istiyorum…Buna karşılık benimde size bir hediyem var."
Veled Çelebi, hiçbir şey söylemeden başından sikkesini çıkarıp Atatürk’e verdi.
O zaman Atatürk, Veled Çelebi’nin sikkesinin çıkarılmasıyla açılan başına da beraberinde getirdiği paketin içindeki şapkayı koyarak,
-"İşte benim hediyem bu!" Dedi.
Ertesi gün Veled Çelebi’yi başında şapka ile görenler hayretlerini gizleyemediler.
Kaynak: Esprileri ile İçimizden Biri Atatürk, İlknur Güntürkün Kalıpçı, Epsilon Yayıncılık. 1. Baskı Kasım 2007. ISBN: 978 9944 82-035-6. Sayfa: 24-25
ATATÜRK’ÜN KASTAMONU ZİYARETİ VE BU ZİYARETİN ÖNEMİ
Hemen her bakımdan yeni bir yapılanmanın yaşandığı Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk, yurt gezilerine çıkmayı adeta gelenek haline getirmiştir. Atatürk, bu geleneği vefatından dört buçuk ay öncesine kadar da sürdürür. Yurdu gezmek yurdu tanımaktır. Yurdu gezmek, yurdun insanını, coğrafyasını, tanımaktır. Yurdu gezmek, yurdun insanıyla bilişmek, tanışmak, kaynaşmaktır. Yurdu gezmek, yurt için birşeyler üretmektir. Atatürk'ün yurt gezilerini biraz da böyle değerlendirmek gerekir. Osmanlı coğrafyasından kurtarılabilen anavatan topraklarını tanımak isteyen Yeni Türk devletinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal'in yurt gezilen, Türk gezi tarihinin en güzel sayfalarını süslemektedir. Çünkü onun yun gezileri, Türk tarihinde yeni başlangıçlar meydana getirmiştir.
Atatürk ilk yurt gezisini, Millî Mücadele'nin kazanılmasından hemen sonra, 14 Ocak 1923’te Batı Anadolu'ya, ikinci yurt gezisini ise, 13 Mart 1923'de Orta Anadolu'ya yapmıştır.1 Zaman zaman çıktığı yurt gezileri 26 Mayıs 1938'e kadar devam etmiş olan Atatürk, bu gezileri bir plân dâhilinde, sistemli olarak gerçekleştirmiştir. Atatürk'ün yurt gezileri belirli amaçlara yönelik, işlevleri olan gezilerdir. Örneğin trenle yapılan ikinci yurt gezisine henüz evlendiği eşi Lâtife Hanım'ı da beraberinde götürmesi, Türk aile hayatına, Türk kadınına yönelik birtakım mesajların halka ulaşması- arzusundan kaynaklanmıştır.2
Mustafa Kemal'in yurt gezilerinin bir diğer önemli tarafı da, gezilerin düzenlendiği yörelerde, o bölge halkının Mustafa Kemal ile tanışması maksadına yöneliktir. Millî Mücadele sürecinde Mustafa Kemal ismi efsaneleşmişti. Televizyonun olmadığı, görsel basının ise, oldukça sınırlı olduğu dikkate alınacak olursa, halkın Mustafa Kemal'i ne denli merak ettiğini, görmeyi arzuladığını tahmin etmek zor olmaz.
Şapka Devrimi ve Kılık Kıyafette Düzenleme
29 Ekim 1923 tarihiyle birlikte siyaset, hukuk, eğitim ve kültür, ekonomi ve maliye, toplum hayatı, sağlık hizmetleri, dış politika, ordu ve millî savunma gibi geniş bir yelpazede bütün sahaları içine alan bir kuruluş ve yapılanma dönemi başlıyordu.3 Toplum hayatına yönelik olarak yapılan düzenlemelerden en önemlisi şapka devrimi ve kılık kıyafette yapılan değişiklikti. Bunların ilân edildiği yer Kastamonu olduğu için, Atatürk'ün 23 -31 Ağustos 1925'te gerçekleştirdiği 9 günlük Kastamonu gezisinin inkılâp tarihimiz açısından önemli bir yeri vardır.
Çok uluslu bir devlet olan Osmanlı'da halkın, özellikle ev dışında giydiği kılık kıyafet, çeşitlilik ve şarklı bir manzara sergiliyordu. Başa takılan serpuş, fes, sarık gibi çeşitli başlıklar kıyafetin tamamlayıcı bir unsuru olmaktan öte, bunları tercih eden kişinin tabiyetini simgeleyen bir kimlik göstergesiydi.4 "Her bakımdan yapılanmanın başlatıldığı yönetim şeklinin Cumhuriyet olarak belirlendiği ülkede şark manzarası arzeden bu görünümün modernleştirilmesi kaçınılmazdı." 5
Kılık kıyafetin düzenlenmesi hususu, Ağustos 1919'da Mustafa Kemal'in zihninde belirginleşmişti. Erzurum Kongresi'nin kapandığı akşam, Paşa'nın Mazhar Müfit Kansu'ya not ettirdiği maddeler arasında 4. sırada "Fes kalkacak, uygar uluslar gibi şapka giyilecektir."6 cümlesi yer almaktadır.
1923 yılı Nisan ayında Çankaya Köşkü'nde, Gazi'nin yanında bulunan yedi sekiz kişiden biri ona sorar: “Bir gün başımıza şapka giyebilecek miyiz.” Atatürk cevap verir: “Şapkayı önce bahriyelilere giydiririz, onlar halka seyrek göründüklerinden göze batmazlar; sonra ordu giyer, bu askerlik işi olduğu için kimse karışamaz. Onları göre göre münevverler de alışmaya başlar.” 7
Şapka konusunda uygulama, köşkte konuşulduğu gibi olmayacaktır. Atatürk, inkılâplar sözkonusu olduğunda “tedricî” (yani derece derece, yavaş yavaş yapılan) değil, "anî" davranılması gerektiği fikrindedir. 8 Atatürk, şapka inkılâbı ve kılık kıyafetin düzenlenmesi hususunda da ikinci yolu takip edecektir.
Neden Kastamonu?
Şapka inkılâbı ve kıyafetle ilgili düzenlemenin ilânı için Kastamonu'nun, ilçelerden de İnebolu'nun seçilmesi tesadüfi değildir. Bu noktada Kastamonu'nun Millî Mücadele'de oynadığı rol öne çıkmaktadır. Edebiyat araştırmacısı Mustafa Baydar, Atatürk'ün Kastamonu'yu tercih ediş sebeplerini şöyle izah eder. " Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcında Mustafa Kemal ve arkadaşlarının idamına dair şeyhülislâm Dürrizade'nin fetvasına mukabil, Anadolu müftüleri de bunun tam karşıtı bir fetva çıkarmışlardı. Bu fetvadaki imzaların çoğunluğu Kastamonu’lulara aitti.
"Kurtuluş Savaşı'nda Anadolu'nun birçok yerinde irili ufaklı iç ayaklanmalar olduğu halde Kastamonu ve çevresinde böyle bir hareket görülmemiştir. İsyanlar yüzünden birçok bölgeden asker toplanamadığı için gerek isyanların bastırılmasında, gerekse Batı Cephesine gerekli asker, subay ve askerî malzemenin sağlanmasında, Kastamonu çevresinin pek büyük hizmeti dokunmuştur". 9
Millî bilinçle Köroğlu ve Açıksöz gibi iki gazetenin yayınlandığı bu şehirde, modern zihniyetli, milliyetçi öğretmenler, Kastamonu eğitim kurumlarında görev yapmış, İnebolu kayıkçıları da Anadolu'nun kalbî Ankara'ya cephanenin ulaştırılmasında önemli rol oynamışlardır. İnebolu kayıkçılarının, zaman zaman dönemin valisi Muhiddin Paşanın da aralarında olduğu İneboluluların, İstanbul'dan gelen cephaneyi hangi zor şartlarda vapurlardan kayıklara, oradan da İnebolu içlerine taşıdıklarını iki alıntı ile aktarmak istiyorum. Bu alıntılardan birinin yazarı, cephanenin boşaltılmasına yardım eden, 1921 yılında 9 yaşında olan İnebolulu Nevzat Çeliker'dir:
"9 Haziran 1921 gününü, bugün gibi bütün tazeliği ve canlılığıyla hatırlıyorum. Henüz dokuz yaşında bir çocuktum. Anadolu’nun kalbine, Ankara'ya tek muvasala yolu İnebolu'dan geçmekteydi. Karadeniz'in sert rüzgarlarına göğüs geren bu küçük liman kasabasının bütün heybetiyle düşmana gülen ve sanki o anda, o karanlık günlerde kendisine düşen vazifeyi idrâk eden bir hali vardı. İlkokulumuz denize dik inen sert bir yamacın üzerinde bir kartal yuvası gibi. Çoluğu çocuğu, ninesi ve dedesiyle herkesin gözü ufuklarda. Herkes sahil ve plajlara dökülmüş. Arasıra hocamız sınıfın penceresinden Kerempe burnuna doğru ta uzakları gözlüyor. Herkesin bir tek düşüncesi var. Hepimiz sonsuz ufuklardan bir gemi bekliyoruz. Biraz sonra hocamız büyük bir heyecanla: 'Çocuklar vapur göründü, haydi yar başına' diyor. Evet, biraz sonra gemi sahile yaklaşacaktı. Hepimiz o dik bayır ve yamaçlardan birer bayram çocuğu sevinciyle sahile koşarak Anadolu'da çarpışan kahraman Mehmetçiklerimize ulaştırılacak cephaneyi tahliye etmek üzere yarı belimize kadar sular içerisinde hasretle bekliyoruz.
"Gemi sahilden bir mil uzaklıktadır. Gözlerini budaktan esirgemeyen sert bakışlı, yağız yüzlü, cesur, vefakâr İnebolu kayıkçısının gür sesi erkekçe gürlüyor: ‘Kürek başına!’ Bir anda denize açılan yüzlerce kayık korkunç dalgalar arasındadır. Binbir müşkülatla kayıklara boşaltılan ağır cephane sandıkları, günlerce açlık ve uykusuzlukla mücadele eden kahramanların omuzlarına yüklenecek, oradan soluk benizli, yalın ayak on yaşma bile basmamış kız ve erkek köylü çocuklarının sürdüğü cefakâr ve mecalsiz öküzlerin çektiği kağnı arabalarına yüklenecektir, Dumanlı dağ başlarında yabanî meyve ve otlarla beslenen bu kahraman Türk çocukları bu cephaneyi Ankara'ya, ölmez ve kahraman Mustafa Kemal'in tunç ordusuna teslim edecektir. Şimdi, gözlerimizi sahile çevirelim. Bakınız, 5-6 yaşındaki çocuklar; analar, babalar, tertemiz beyaz sakallı dedeler memleket aşkıyla parlayan bakışlarla sahildeki kayalıklara doğru yürüyor. Bir cephane sandığını veya bir gülleyi omuzlayarak tehalükle dik merdivenlere doğru ilerliyor. Bir çelimsiz yavru sandala doğru yürüdü. Fersiz gözlerini iri yapılı kayıkçıya çevirdi: 'Koy amca sırtıma' dedi. Bu ağır bir mermi idi. Kayıkçı:' Yavrum, sen bunu taşıyamazsın, bırak,' dedi. Çocuk, sanki gururu ve izzet-i nefesi kırılmış gibi kendisinden beklenmeyen haşin bir sesle bağırdı:'Koy omzuma; sen karışma. Bu sekizinci seferim.
"Sahilden kasaba içine çıkan dik merdivenlere bakınız;yetmiş yaşında ak sakallı, vakur bir ihtiyar köylü ağır bir cephane sandığını omuzlamış, merdivenleri yirmilik bir delikanlı çevikliğiyle ikişer ikişer atlamaktadır. O sırada bu şanlı levhayı gözyaşlarıyla seyretmekte olan Muhittin Paşa (Kastamonu Valisi) ihtiyara doğru yürüdü: 'Müsaade et babacığım; sana yardım edeyim ve o temiz alnından bir kere öpeyim. "İhtiyarın cevabı şu oldu: ‘Bana yardımı bırak. Git bir sandık cephane de sen omuzla."
"Evet biraz sonra düşman gemileri ufukta görünecek, sonra sahile yaklaşacak ve İnebolu’nun cephaneyi teslim etmesini isteyecektir. Nitekim öyle oldu. 9 Haziran 1921 Perşembe günü mübarek bayram günüdür. Düşmanın ‘Kılkış’ muharebe gemisi ile 'Panter' muhribi sahile sokulmuş, mühimmatın bir saat zarfında teslimini istemiş, aksi takdirde, bütün İnebolu’nun bombardımanla yok edileceğini bildirmişti. Bu millet, insana kolay kolay cephane teslim eder miydi? Her şeyini, malını, mülkünü, kanını, canını verebilirdi ama, namus ve şerefini teslim edemezdi. Bir taraftan düşman oyalanırken, diğer taraftan tellallar şöyle bağırıyordu:'Ey ahali, düşman bir saat sonra bizi bombardıman edecek. Son cephane sandıklarını omuzlayın!'
"İnsafsız düşman ağır toplarıyla istiklâl ateşi içinde yanan bu küçük kasabayı bombalarken yer gök inliyordu. Kundaktaki yavrular, hamileler ve hastalar sedyelerle tepelerin arkasına taşınmıştı. Bunlar hâlâ büyük bir gürültüyle havada vızlayan mermi seslerini vakurâne bir edayla dinliyor ve sanki şöyle söylüyorlardı: 'Cephanemizi taşıdık. Artık ölsek de ne umurumuz. ' İşte beş bin nüfuslu kahraman İnebolu çoluğu çocuğu, ihtiyarı genci ile 9 Haziran 1921 günü mübarek bayramını böyle kutlamıştı." ı0 Yapacağımız bir diğer alıntı, 1 Haziran 1921'de Ümit vapuru ile gelen cephanenin, halkın cansiperane gayretleriyle taşınmasına şahit olan Kastamonu Sultanîsi öğretmenlerinden İsmail Habip (Sevük)'in o günkü izlenimlerine ait:
"Baştanbaşa bir destan olan Millî Mücadelede İnebolu da ayrı bir destan oldu. Orası Anadolu'nun kapısıydı. İnebolu yalnız kapı değil bir zafer başıdır; içerdeki zaferi en çok oradan giden mühimmatla kazandık. İnebolu'dan Ankara'ya kadar yedi sekiz günlük yolu dolduran kağnı dizileri; o yol iç zafere bir damar gibi uzandı; İnebolu bu damara kan verendir.
"Obur harp devinin bütün ihtiyaçlarını o dalgalı denizde karaya çıkarmak; içerdeki cenkten önce burada cenk oluyordu. Bu cenklerden birini gözümle gördüm; o zamanki not defterim önümde; 1921 haziranının 1’inci Çarşamba günü, Öğleyin İnebolu'ya Ümit vapuru geldi; içinde Sovyetlerin verdiği üç yüz tonluk mühimmat var. Karadeniz'e Yunan torpitoları çıkıyor; vapuru acele boşaltmak lazım; bütün sandallar vapura üşüştü; iskelenin inmesini bekleyen yok, sekiz on metrelik kancalarını güvete parmaklığına iliştiren deniz çocukları kancaların sırıklarından birer sansar gibi tırmanıp zemberekli birer cambaz gibi vapura atıldılar.
"Dolan kayıkların karaya doğru yarışını görmeli. Kürekler pervane gibi işliyor; yükünü boşaltan, mekik gibi, tekrar vapura koşmaktadır. Mühimmat kıyıda kalamaz. Onları üç dört kilometre içerdeki tepenin öte yamacına götürmek lâzım. Genç ihtiyar. Karın erkek bütün halk hep ayakta. Boylarından uzun tüfekleri taşıyan çocuklar, belinin kamburluğunu sırtladığı fişek sandığıyla düzelten ihtiyarlar, çocuğunu küçük ablasına yükletip gülleyi kendi yüklenen kadınlar... Ne bundan üstün sevap, ne bundan hayırlı iş var; bu bir ibadetti.
"İnebolu'nun yıllarca süren ibadeti: Türkiye Büyük Millet Meclisi İnebolu kayıkçılarına İstiklâl madalyası verdi ve cemaat halinde bu madalyayı tek olarak onlar aldı: Bu yalnız bir taltif değil onların gazasının kanunla tasdikidir. İnebolu kayıkçısı... Bunu söylerken sadece bir mesleği söylemiyor, bir destanın şerefini söylemiş oluyoruz.” 11
Sadece İnebolu'da değil, harp süresince Kastamonu merkezde de hummalı bir faaliyet vardır. Müstakil olarak faaliyet gösteren bir takım kulüp ve cemiyetler, Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti etrafında toplanarak, sistemli bir şekilde Millî mücadeleyi destekleyen faaliyetlerini yürütmüşlerdir. İzmir, İstanbul, Urfa, Antep ve Maraş'ın işgalleri, Kastamonu'da tertiplenen mitinglerle tel'in edilmiştir.12 Bütün bu müsbet özellikler biraraya gelince, Atatürk'ün daha önce görmediği bu şehir, uzun zamandır zihninde tasarladığı inkılâbın gerçekleştirileceği, halka ilân edileceği en uygun yer olarak ortaya çıkıyordu.
Atatürk'ün Kastamonu'ya Davet Edilişi
1913-22 yılları arasında Kastamonu Sultanîsi'nde edebiyat öğretmenliği yapan İsmail Habip, Mustafa Kemal'i 1922 Temmuzunda Çankaya Köşkü'nde ziyaret eder. Bu ziyarette, sohbet özellikle Kastamonu üzerinde yoğunlaşır İsmail Habip'in köşke yaptığı bu ziyaretin asıl amacı Mustafa Kemal'i Kastamonu'ya davet etmektir. İsmail Habip bu olayı şöyle anlatmaktadır:
"Kastamonu şehri, Kastamonu vilâyeti ve Kastamonu halkı hakkında çok ince şeyler soran ve verdiğim malumatı çok derin bir alaka ile dinleyen paşa, bilhassa belediye intihabatında, bu intihabatta Kastamonu halkının gösterdiği tenevvürden bahsederken çok mahzuz olmuş ve mukabele-ten kendileri: Kastamonu’luların millî davanın ihtidasından beri gösterdikleri sadakatdaki büyüklüğü, ta ihtidadan beri yaptıkları fedakârlıkları, hele Sakarya Harbi zamanında gerek asker ve gerek nakliyat cihetiyle bu vilayetin ibraz ettiği çok kıymetdar himmetleri heyecanlı bir lisanla anlattılar."
İsmail Habip'in Köşk'e yaptığı bu ziyaretin asıl amacı, Mustafa Kemal'i Kastamonu'ya davet "Bunun üzerine Paşa Hazretleri, Anadolu’nun hemen her yerini gördünüz ve Anadolu’nun hemen her yeri de sizi gördü. Halbuki millî dava uğrundaki sadakat ve fedakarlığını millî davanın timsali ağzından işittiğim Kastamonu halkı, millî davanın büyük timsalini kendi arasında görecek olursa, bu ona, millî dava hakkındaki sadakat ve fedakarlığının en büyük mükafatı olacaktır. Bunun üzerine Paşa Hazretleri gayet kati olarak buyurdular ki, ilk fırsatta ve ilk imkanda mutlaka Kastamonu’ya gelecekler ve bu fedakar halkı mutlaka yakından göreceklerdir." 13
İsmail Habip'in bu ilk davetinden sonra, Ata'yı Kastamonu'ya davet niyetiyle Ankara'ya giden ilk heyet, Atatürk hasta olduğu için onunla görüşemeden Kastamonu'ya dönmüştür 14 İkinci heyet, 11 Ağustos 1925'te Atatürk tarafından kabul edilir. Ulus'taki meclisin bahçesinden toplanan çiçeklerle Ata'nın huzuruna çıkan heyetin reisi Hüsnü Açıksöz, hemşehrilerinin hasretini ifade ederek Atatürk'ü şehirlerine davet eder. Atatürk kararını vermiştir. Uzun süredir davet edildiği bu şehri görmeye gidecektir. Ancak bu gezi herhangi bir Anadolu şehrine yapılan geziden farklı olacaktır. Kastamonu gezisi, 1919'dan itibaren Atatürk'ün zihnini meşgul eden, zaman zaman yakın çevresiyle paylaştığı bir inkılâbı gerçekleştireceği gezi olacaktır.
Görüşme sona erip heyet ayrılınca Atatürk dönemin Halk Fırkası genel sekreteri Saffet (Arıkan) Bey'e neşeli bir şekilde "Çocuğum Kastamonu'ya gidiyorum. Şapkayı orada giyeceğim." der. 15
Heyet, Atatürk'ü şehirlerinde en iyi şekilde ağırlamak için alışveriş yapmak üzere İstanbul'a gider. Bu tarihten 12 gün sonra, 23 Ağustos 1925'te Atatürk, başında Panama şapkasıyla Ankara'dan Kastamonu'ya hareket eder. Kısa bir süre Çankırı'da kalan Atatürk ve beraberindekiler16 Ilgaz Derbent'te Kastamonu'nun üst düzey bürokratları ve öğretmenleri karşılar. Gazi'nin başında beyaz bir Panama şapka vardır. Kastamonu halkı, aynı günün akşamı coşkulu bir şekilde Atatürk'ü karşılar. 17 Gece, halk ve esnaf fener alayı düzenler. Millî marşlar, Türküler söylenir. Kendisi için hazırlanan konakta istirahate çekilen Atatürk, bir süre sonra konağın önünde biriken halkın yanına inerek oyunları buradan izler. 24 Ağustos Pazartesi günü mareşal üniforması ile kışlayı ziyaret eden Atatürk meşhur "Bir Türk dünyaya bedeldir." özdeyişini burada söyler. Kışlanın ardından, hastahane, kütüphaneyi gezen Atatürk, kütüphanede konuşmaların seyri, sarık etrafında gelişince, "Sarığı yetkili olmayana sardırmamalı. Birde görevlerini yaparken sardırmalıdır."18 cümlesi ile seyahat amacının ilk ipucunu verir. Ardından Kastamonu Belediye binasını gezen Atatürk, ilçelerden gelen heyetleri kabul ederek onlarla görüşür. Burada İnebolu heyeti, Ata'yı ilçelerine davet eder. Belediye binasında uygarlık kavramı etrafında bir konuşma yapan Atatürk giyim konusunda da uygar olmanın lüzumundan bahseder: "Biz her nokta-i nazardan medenî insan olmalıyız. Acılar gördük. Bunun sebebi dünyanın vaziyetini anlamadığımız içindir. Fikrimiz, zihniyetimiz medenî olacaktır. Şunun, bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz. Medenî olacağız. Bununla iftihar edeceğiz. Bütün Türk ve İslâm alemine bakınız. Zihinleri medeniyetin emrettiği şümul ve tealiye uyamadıklarından ne büyük felâketler, ne ıstıraplar içindedirler. Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız ve nihayet son felâket çamuruna batışımız bundandır. Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona bigane olanları yakar ve mahveder."19 Daha sonra hükümet konağını gezen Atatürk şerefine, akşam fener alayı düzenlenip halk oyunları oynanır.
25 Ağustos Salı günü, Atatürk ve beraberindekiler İnebolu'ya hareket eder. Yollarda köylüler, cephelerde savaşmış gaziler, sevgi gösterilerinde bulunur. Ecevit ve Küre'den geçerek, akşam üzeri İnebolu'ya gelen misafirleri, coşkulu bir kalabalık karşılar.
Bu Serpuşun Adına Şapka Derler
26 Ağustos Çarşamba günü, mareşal üniformasıyla belediye binasına gelen Atatürk, burada başlarında kâhyaları ile birlikte İnebolu kayıkçıları ile diğer heyetleri kabul eder. Kayıkçılara iltifat eden Atatürk, akşam üzeri İnebolu çarşısını sivil elbise ve elinde şapkası olduğu halde dolaşır. Gece İnebolu kayıkçılarının gösterilerini ve fener alaylarını izler. 27 Ağustos Perşembe günü sivil elbise ve elinde şapkası ile İnebolu Türk ocağı binasına gelen Atatürk, medeniyet kavramına ve kıyafetin medeniyetle alâkasına dair bir konuşma yapar:
"Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp ihya eylemeğe mahal yoktur. Medenî ve beynelmilel kıyafet bizim için, çok cevherli milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu iktisa edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve bittabi bunların mütemmimi olmak üzere başta siper-i şemsli serpuş, bunu açık söylemek isterim".20
Konuşmasının devamında, "Bu serpuşun adına şapka derler" cümlesi ile de şapka inkılâbını ilân etmiş olur. Atatürk'ün günlük gazetelerde, seyahat öncesi, Ankara'da şapkası ile çekilen fotoğrafı yayımlanmıştır. O günlerin basınını takip etmiş olan İsmail Habip, gazetecilerin şapkadan bahsederken, bir türlü asıl ismini yazamadıklarını ifade eder:
"Onu başında şapkayla seyahate çıkmış görünce o kadar şaşırmışız ki, gazetelerde bütün münevver kalemler şapkanın adını telaffuz edemeyerek kekeleyip durmaktadır: Serpuş-i medenî, şems-i siper, pervaz-ı kabalak vesaire, vesaire. Fakat seyahatinin sonunda İnebolu’ya varan şef apaçık haykırıverdi:
- Bunun adına şapka derler. "21
28 Ağustos Cuma günü yine elinde şapkası ile sabah İnebolu'dan Devrekani'ye gelen Atatürk, oradan Kastamonu'ya geçer. Kışla önünde toplanan halkın ve memurların başında, Atatürk Kastamonu'ya dönünceye kadar süratle dikilmiş, kalıpsız şapkalar vardır. Daha sonra Taşköprü'ye hareket eden Atatürk, burada belediye ve hükümet binalarını ziyaret ederek, tekrar Kastamonu'ya döner.
29 Ağustos Cumartesi günü Kastamonu kışlasında, şerefine verilen öğle yemeğine katılan Atatürk, burada Türk milletinin ordusu ile beraber hareket ettiğini vurgulayan bir konuşma yapar. Öğleden sonra Daday'a geçer. Burada belediye ve hükümet binalarını gezer. 30 Ağustos Pazar günü, Kastamonu Türk ocağı'nı ziyaret eden Atatürk, 31 Ağustos Pazar günü Kastamonu'dan ayrılır. Heyet, Çankırı'ya uğrayarak 1 Eylül'de Ankara'ya döner. Bakanlar kurulunun bütün üyeleri, memurların çoğunluğu şapkalı bir halde Atatürk'ü karşılar. 11 Ekim 1925'de kıyafet ile ilgili kararname yayımlanır, 25 Kasım 1925'de de şapka ile ilgili 671 sayılı kanun kabul edilir.22
Atatürk'ün dokuz gün süren Kastamonu seyahati hakkında bilgi veren kaynaklar incelendiğinde, Atatürk'ün önce elinde şapka ile dolaşarak kamuoyunu bu inkılâba hazırladığı görülür. Bu geziler esnasında, Atatürk'ün avantajlarını iyi kullandığı iki hususiyeti dikkat çeker. Bunlardan birincisi, strateji geliştirme, zamana ve mekâna uygun hareket etme; ikincisi ise, irticalen hitabet yeteneğidir.23 Hem Kastamonu seyahatinde, hem diğer seyahatlerinde, hem savaşta, hem barışta, Atatürk sahip olduğu bu yetenekleri isabetle kullanmış ve amaçlarına ulaşmıştır. Kastamonu'da kaldığı süre zarfında da, merhale merhale şapka inkılâbına doğru ilerlemiştir.
23-31 Ağustos 1925 tarihinde gerçekleşen dokuz günlük Kastamonu seyahatinin, Atatürk'ün yurt gezileri arasında mümtaz bir yeri vardır. Bu seyahat, inkılâp tarihimiz açısından da oldukça önemlidir.
NOT: Bu konferans Atatürk Araştırma Merkezi Adına 28 Ağustos 2003 tarihinde Kastamonu'da verilmiştir.
1 Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Türkiye İş Bankası Yay., Ank., 432 s.
2 12 gün süren bu seyahate, Atatürk'ün gezi boyunca yapacağı konuşmaları Hakimiyet-i Millîye'de yayımlayacak olan İsmail Habip, vazifeli olarak katılmıştır. İsmail Habip, bu geziyi, "Yalnız balayı seyahati değil, inkılâp ve ders seyahati" olarak vasıflandıracaktır.İsmail Habip Sevük, "Adana Seyahati ve Hatay", Cumhuriyet, 27 Birinci Kânun 1938.
3 Prof. Dr. Hamza Eroğlu, Türk İnkılâp Tarihi, Savaş Yay., 587 s.
4 Kıyafetin mütemmim cüz'ü, tamamlayıcısı olarak kullanılan başlık, serpuş, fes ve şapkanın millî kimlik belirleyicisi bir gösterge olarak kabul görüşü, edebî metinlere de aksetmiştir. Bak.:Yakup Kadri, "Şapka", Servet-i Fünûn. Sayı: 1004, 19.8.1326; Ömer Seyfettin, "Piç", Türk Yurdu, 10 Ağustos 1913.
5 İsmet Giritli, Yıldönümleriyle Türk Devrim Tarihi Kurtuluş ve Kuruluş, Der Yay., İst. 1996, s. 108-110.
6 Afetinan, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi, Ank. Başbakanlık Basımevi 1973, s.61.
7 İsmail Habip Sevük, "İnkılâplar ve O", Cumhuriyet, 27 İkinci Kânun 1939.
8 İsmail Habip Sevük, A.g.m. Şapka inkılâbı ile ilgili olarak ayrıca bak: Doç. Dr. Behçet Kemal Yeşilbursa, "Atatürk'ün Kastamonu Seyahati ve Şapka inkılâbı", Birinci Kastamonu Kültür Sempozyumu Bildirileri, 21-23 Mayıs 2000, Kast. 2001, s.13-20.
9 Haz.: Mehmet Baytimur- Aziz Demircioğlu-Hasan Çelikoğlu, Atatürk'ün Kastamonu Gezisi ve Şapka Devrimi, Ank. 1982.S.22.
10 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Vatan Yolunda, İletişim Yay., 4. Baskı, İst. 1999, s. 95-98.
11 İsmail Habip Sevük, "İnebolu ve Kayıkçıları", Cumhuriyet, 16 İkinci Teşrin 1936.
12 Arslan Kaynardağ, "İstiklâl Savaşı Günlerinde Kastamonu Gençliği, Bir Kulüp, Bir Dergi ve Öğretmenler", Türk Tarihinde ve Kültüründe Kastamonu, Tebliğler(19-21 Ekim 1988), Kast. 1989, s.121-132.
13 İsmail Habip, "Paşanın Köşkünde", Açıksöz, Nu:539, "24 Temmuz 1338 .
14 Haz.: M. Baytimur-A. Demircioğlu-H. Çelikoğlu, A.g.e., s.26.
15 Haz.: M. Baytimur-A. Demircioğlu-H. Çelikoğlu, a.g.e.. s.23.
16 Atatürk'ün Kastamonu seyahatine Kütahya Mebusu Nuri (Conker), Rize Mebusu Fuat (Bulca), Riyaset-i Cumhur Umumî Kâtibi Tevfik (Bıyıklı), Başyaver Rusuhî. Yaver Muzaffer, Muhafız Kıtası Kumandanı İsmail Hakkı (Tekçe) ve Hususî Kalem'den Çankırılı Lütfi ve Mustafa Beyler katılmışlardır.
17 Atatürk'ün Kastamonu seyahati ile ilgili olarak ayrıca bak.: Mustafa Selim İmece, Atatürk'ün Şapka Devriminde Kastamonu ve İnebolu Gezileri, 2. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ank. 1975, 101 s.
18 Mustafa Selim İmece, a.g.e., s.20.
19 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, II, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ank. 1997, s. 216. 20A.g.e.,s.220-221.
21 İsmail Habip, "İnkılâplar ve O", Cumhuriyet, 27 İkinci Kânun 1939.
22 Emekli Tümgeneral Turhan Olcaytu, Devrimimiz İlkelerimiz, 8. Baskı, Ajans Türk Basın ve Basım A.Ş.,Ak. 1998, s.65-72.
23 İsmail Habip cephedeki zaferi Atatürk'ün kılıcının, içerideki davayı ise, hitabetinin kazandığı düşüncesindedir. Yazarın, Atatürk'ün hitabet özellikleri ile ilgili değerlendirmeleri için bak.: İsmail Habip Sevük, "Hitabetinin Hususiyetleri", Cumhuriyet, 9 İkinci Kânun 1939.
Yrd.Doç. Dr. Nezahat Özcan*
*Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi
Kaynak: ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 57, Cilt: XIX, Kasım 2003
Fotoğraf kaynağı: ATATÜRK, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları. Hazırlayan Mehmet Özel (Güzel Sanatlar Genel Müdürü) Sayfa:121