Sakarya Muharebeleri’nde Duatepe'den harekatı idare ederken. (10.09.1921)
Fotoğrafdakiler: Yanında yaveri Salih Bozok bulunmaktadır. |
Fotoğraf Kaynağı: ATATÜRK, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, hazırlayan Mehmet Özel (Güzel Sanatlar Genel Müdürü), Sayfa:83 |
Sakarya Muharebeleri’nde Duatepe'den harekatı idare ederken. (10 Eylül 1921)
Mustafa Kemal'in Kaburga Kemiğinin Kırılması:
Ali (Metin)Çavuş* anlatıyor;
Düşman Polatlı'ya kadar gelmişti. Atatürk, Fevzi Paşa, İsmet Paşa karargahlarıyla, Malı köyü karşısında bulunan Türkoğlu Ali Ağa'nın çiftliğinde bulunuyorlardı.
Bir gün mevzileri gezmek üzere atlarla hareket edildi. Polatlı ile Alagöz Çiftliği arasında ve Karapınar köyü karşısında bulunan topçu mevzilerini geziyorlardı. Nasılsa bir batarya oldukça açığa mevzilenmişti. Bu durumu görünce bataryanın başında bulunan başçavuşu çağırdılar. Başçavuş, mevzi yüzbaşısının seçtiğini söyleyince, bu defa yüzbaşıyı çağırttılar. Gözetleme yerinden dörtnalla gelen yüzbaşı atından inip karşılarına gelinceye kadar sakin duran Atatürk, bütün kademeleriyle açıkta mevzilenen bataryanın kumandanını iyice haşlayarak geri gönderdi. Aynı zamanda batarya kumandanının değiştirilmesi için de topçu kumandanı Pire Mehmet Bey'e emir verdi. Çok hırslanmıştı. Atına süratle atladı. Çok hızlı bindiği için eğerin üzerinden kayarak öbür tarafa düştü. Yer düz olmasına rağmen ufacık bir taş kaburga kemiğine rastlamış ve kırmıştı.
Bu olay o kadar süratli oldu ki, çevresindeki kimse yardım edemedi. Çünkü hemen atına binmişti. Fevzi ve İsmet Paşalar, otomobilin getirilmesine müsaade etmelerini söyledikleri halde, "daha gezecek yerlerimiz var" diyerek kabul etmedi.
Rengi sararmış olduğu halde konuşmadan ağır ağır ilerliyordu. Bir müddet sonra Ali Çavuş'a dönerek, "Çocuk, nefes alamıyorum" dedi. Bunun üzerine otomobillere telefon edildi ve Atatürk'ün rahatsızlığı bildirildi. Otomobiller gelinceye kadar atından inmiş ve yerde oturuyordu. Nihayet arabalar geldi. İçinde Doktor Adnan (Adıvar), Doktor Refik (Saydam) oturuyordu. Doktorlar kısa bir muayeneden sonra kaburga kemiğinin zedelendiğini ve muhakkak Cebeci Hastanesi'ne gitmelerinin gerekli olduğunu söylediler.
Atatürk kabul etmedi ve "Ben buradan ayrılmam. Eğer bu müdafaa hattında tutunamazsak Kızılırmağa kadar çekilmek lazım" dedi. Yanında bulunan Fevzi Paşa'nın "Paşam merak etmeyin. Bir karış toprak vermem. Siz gidip tedavi olun" diye teminat vermesi sonrasında, gittikçe rahatsızlığı artan Atatürk razı oldu.
Evvela Çankaya'da kısa bir konsültasyonu müteakip Cebeci Hastanesi'nde röntgeninin alınmasına karar verildiğinden derhal hastaneye gitti. Röntgen sonunda kaburga kemiklerinden birinin kırılarak ciğere battığı, diğer ikisinin de zedelendiği tespit edilerek bandaj yapıldı. 20 gün konuşmadan istirahat etmesi tavsiye edildiği zaman, bu sözleri duyan Atatürk, "Allah Kostantin'e yardım ediyor galiba" diye latife yapmaktan kendini alamadı. O dönemler Yunan ordusunun başında Konstantin bulunuyordu. Atatürk 20 gün hastanede yatamayacağını söyleyerek aynı gün cepheye bir şezlongla geri döndü.
Doktorların tavsiyesi üzerine şezlongda istirahat ediyor ve hiç konuşmuyordu. Emir ve isteklerini yazıyla bildiriyordu. Karargah oldukça kalabalıktı. Fevzi Paşa, İsmet Paşa, Halide Edip Hanım, Adnan ve Refik Beylerden başka Yaver Salih ve Muzaffer Beyler vardı. Ayrıca mürettep kolordusuyla Kazım (Özalp) Bey de bulunuyordu.
Yatsı zamanı telefon çaldı. Üçüncü grup arıyordu. Atatürk ahizeyi alarak dinledi. Bir taraftan da Fevzi ve İsmet Paşaları çağırttı. Fevzi Paşa namaz kılıyordu. İsmet Paşa da giyiniyordu. Bu esnada Atatürk haritayı inceliyordu. Fevzi Paşa namazını bitirir bitirmez İsmet Paşa'yla beraber geldiler. O güne kadar konuşmayan Atatürk birdenbire paşalarla bülbül gibi konuşmaya başladı. Aldığı karar üzerine Fevzi Paşa vedalaşıp sabah namazında karargahtan ayrıldı.
O gün ikindiye kadar Fevzi Paşa'dan haber alınmadığı için Atatürk merak ediyordu. Emirleri üzere kimse telefonların başından ayrılmıyordu. Endişeler giderek artıyordu.
Nihayet tam ikindi vakti telefon çaldı. Herkes heyecanlıydı. Ahizenin öteki ucunda hiç konuşan yoktu. Atatürk, çelik gibi gözlerini ahize başındakilere dikmiş yüzlerinden bir şeyler anlamaya çalışıyordu.
Telefonda konuşan yoktu. Fakat biraz dikkat edince bandonun çaldığı marş sesi duyuldu. Bu, Gazi Osman Paşa marşıydı ve sesi gittikçe ahizeye daha da yaklaşıyordu.
Ahizeyi Atatürk'e verdiler. Belki fevkalade bir durum vardı. Atatürk ahizeyi kulağına götürür götümez gülümsedi ve derhal Kazım Paşa'nın çağrılmasını emretti. İçeriye giren Kazım Paşa'ya, telefonun Fevzi Paşa'dan geldiğini, durumun iyi olduğunu ve hemen mürettep kolordusuyla taarruza geçmesini emretti.
İşte düşmanın Eskişehir'e kadar çekilmesini sağlayan Sakarya Taarruzu Atatürk'ün bu hasta günlerinde yapılmıştı. Allah Konstantin'e değil, çalışanlara yardım etmişti.
* Ali Çavuş 1897 yılında Eskişehir’in Mihalıççık ilçesinin Çukurören (Çukurviranlı) köyünde doğdu. Köyünde 'Hacıların Ali' diye bilinir. Babasının adı Hacı İsmail, annesinin adı Fatma Hanım’dır. Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla 1915 yılında gönüllü olarak askere yazıldı. Askerlik yaptığı sırada bir denetim sırasında Enver Paşa'nın gözüne girdi ve onun emir erliğini yapmaya başladı. Okur-yazar olması ve vazife şuuruna sahip bir kişi olması nedeniyle Sivas’ta ‘Küçük Zabit Mektebi’ne alındı. Daha sonra Kazım Karabekir ve Atatürk'ün yanında emir çavuşu olarak görev yaptı. 1919 ile 1925 yılları arasında Atatürk’ün yanında emir çavuşu olarak bulundu. 1925 yılında sağlık durumundan dolayı memleketine döndü. 31 Temmuz 1972 tarihinde vefat etti. Ankara’dan bir askeri birlik gelerek cenazesini aldı ve Cebeci Askeri Şehitliği'ne defnetti.
Kaynak: Mustafa Kemal'in "Can Yoldaşı" Ali Çavuş, Zeynel Lüle, Doğan Kitap, 1. Baskı, Kasım 2008, ISBN: 978-605-111-033-2. Sayfa: 112-114
Sakarya Muharebeleri'nde kaburga kemiği kırılan Başkumandan Mustafa Kemal Paşa'nın, Fevzi Paşa'ya yönelik yazılan raporu.
Osmanlıca gerçek metin:
YARALI MUSTAFA KEMAL
I
(Halide Edip Adıvar, orduya bir nefer olarak katılmayı istemiş. Bu isteği başkomutanlıkça kabul olunmuş ve garp cephesine gidip katılması emri gelmiş. Sakarya Meydan Savaşının arifesindeyiz. Mustafa Kemal Alagöz köyünde, cephenin yanı başında).
... Bir zabit beni Mustafa Kemal Paşa’nın karargahına götürdü. Solda toprak yığınlarının altında birkaç evin ışığı yanıyordu. Bir tek karanlıktan geliyordu. O'da telefon servisini yapan bir askerin "inler, katrancı, inler, katrancı" diye bir köyle muhaberesiydi. Sağ taraf bir çukur, içinden su geçiyor. Arkasında üç ev daha var. Bu evlerin arkasında yine ışıkları yanan çadırlar; uzun ve sivri bir direk; telsiz tesisatı. Köy yolları karanlık ve çamur içinde. Ay batmış, gece yarısı oluyor. Küçük bir tahta köprüyü geçerek öbür taraftaki eve gittik. Mustafa Kemal Paşa'nın muhafızları kapıda; onlardan biri beni yukarıya çıkardı. Paşa’nın yaveri Muzaffer Bey beni Paşa’nın odasına götürdü. Çok aydınlık ve tek lüks lambası olan bir Anadolu odası.
Mustafa Kemal Paşa, oturduğu koltuktan güçlükle kalkmaya çalıştı. Çünkü kaburga kemikleri hala ağrılar içindeydi. Paşa’ya doğru kalbimde mutlak, bir hürmetle gittim. O mütevazi odada bütün gençliğin, "Bir millet yaşasın diye ölmeyi göze alan kararını temsil ediyordu. Ne saray, ne şöhret, ne herhangi bir kudret, onun o odadaki büyüklüğüne yaklaşamaz.” Gittim, elini öptüm.
-"Safa geldiniz hanımefendi" dedikten sonra bana bir sandalye gösterdi. Ve Ankara hakkında havadis sordu. Aynı zamanda tahta masanın üzerindeki bir haritaya eğilerek durumu, dört yaşındaki bir çocuğun bile anlayabileceği kadar açık ve sade bir ifade ile anlattı. İşte Sakarya kıvrılarak gidiyor. Nehrin etrafına üzerlerinde kırmızı ve mavi kağıt kelebekler titreşen toplu iğneler konulmuş. Eğer askeri durum hakkındaki duygularımı Mustafa Kemal Paşa'ya söylesem mutlaka gülerdi. Yunan ordusu kocaman bir canavar gibi Ankara'ya yaklaşmış görünüyordu. Buna muvazi olarak Sakarya'nın doğusunda Türk Ordusu da kıvrılarak bu canavarın Ankara'yı yutmasına mani olmaya çalışıyordu. Siyah canavar o kadar kocamandı ki, insana korku veriyordu.
-"Eğer Ankara'ya gider de bizi geride bırakırsa ne yaparız?" diye sordum. Korkunç bir kaplan gibi güldü.
-"İyi yolculuklar efendiler" derim; arkalarından vurarak onları Anadolu’nun boşluğunda mahfederim.
Kaynak: Halide Edip Adıvar, Türk'ün Ateşle İmtihanı
II
Dr. Mim Kemal (Öke)1 anlatıyor:
Mustafa Kemal Paşa’nın Sakarya Savaşı’ndan önce cepheyi teftiş ederken hayvanının ürkmesiyle kaburga kemikleri kırılmıştı. Murat Bey arkadaşımla birlikte onu Çankaya’nın mütevazı bir odasında muayene ettik. Röntgeni alınmak üzere Cebeci Askeri Hastanesi’ne birlikte gittik. Kazım Paşa, Adnan (Adıvar)2 Bey de orada idiler. Paşa çok acı çekiyordu. Kırılan kaburga kemiklerinden birinin ucu ciğerini kurcalıyor, nefes aldırmıyordu. Hemen, güç halle sağlayabildiğimiz plasterle kırık tarafı tespit ettik. Rahat ettiler. Paşa bu sırada:
“Allah da Konstantin’e yardım ediyor, fakat ben böylece de çalışabilirim” buyurdular.
Dinlenme tavsiyesine rağmen, yine otomobillerine binerek cepheye koştular ve Sakarya Savaşı’nı idare ettiler.
Mustafa Kemal Paşa, yirmi iki gün ve gece Sakarya Meydan Savaşı’nda, durmaksızın oradan oraya koşuyordu; altında üç at çatladı, bir kaza oldu ve Mustafa Kemal Paşa’nın üç kaburga kemiği kırıldı. Ankara’da Cebeci Hastanesi’nde kırıkları saran doktorlar mutlak dinlenme tavsiye ettiler. O, dinlemedi ve tekrar cepheye koştu; bir gün bu olayı anlatırken şöyle dedi:
“Ne dersiniz, orduya sonuncu hücum emrini verdiğim gün kırık kaburgalarım da iyi oluverdi.”3
1 Mim Kemal Öke, (1884-1955), Cerrahi profesörü, Atatürk’ün güvendiği hekimlerdendi. Ölümüne kadar Atatürk’ün sağlığı ile yakından ilgilendi.
2 Abdülhak Adnan Adıvar, (1882-1955), Milletvekili, Yazar, Tarihçi ve Doktor. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucularındandır.
3 BANOĞLU, Niyazi Ahmet, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, Garanti Matbaası, İstanbul 1967, s. 194-195.
Kaynak: Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009