Atatürk ve Müze
Karakter Boyutu
Atatürk ve Müze
ATATÜRK ve MÜZE
“Tabiatın esrar dolu sinesine her gün daha çok girmekte olan insan zekası, realiteye kavuşmak için çalışanları tatmin edecek ve insanlık tarihini aydınlatacak ilimler bulmuş ve tespit etmiştir. İşte Arkeoloji ve Antropoloji, o ilimlerin başında gelir. Tarih, bu son ilimlerin bulduğu belgelere dayandıkça temelli olur. Onun içindir ki, bizim tarih belgelerimizin her parçası klasik sayılan kültür eserlerinin de aynasıdır.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
Müzeler, bir ulusun kimliği olma misyonunu taşımasının yanı sıra aynı zamanda uygarlıkları bize bırakan insanların zevklerinin, sevdalarının, düşüncelerinin, inançlarının, davranışlarının, yaşam tarzlarının korunduğu ve bu mirasın geleceğe taşındığı mekanlardır. Geleceği görebilmek için geçmişi bilmek, bir başka deyişle yarınları sadece bugünün değil, geçmişin üzerine de inşa etmek gerekir ki, bu da tarihi yaşatan ve unutturmayan müzelerle sağlanabilir.
Müzelerdeki eserler, bir taraftan geçmişi günümüze taşırken, diğer taraftan da tarihi belgeler üzerinde kalem oynatmayı imkansızlaştıran en ekili araçtır. Öyle ki; müzeler tarihin arşivi, tarihin laboratuarı, tarihin kütüphanesidir. Ülkeler için tarihin önemini, 1998 yılı Uluslararası Atatürk Barış Ödülü’nün sahibi ünlü tarihçi Prof. Bernard Lewis “geleceği görebilmek için tarihi bilmek çok önemli. Birey için hafıza ne ise, bir ulus içinde tarih odur. Tarihini çarpıtan bir toplum nörotik bir kişi, tarihini bilmeyen toplum ise hafızasını kaybetmiş bir insan gibidir” şeklinde değerlendirmiştir.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de koleksiyonculukla başlayan müzeciliğin ilk izlerine 13. yüzyılda Selçuklular Dönemi’nde rastlıyoruz. Eski Konya’nın bulunduğu höyüğü çevreleyen ve günümüze hiçbir izi kalmayan sur duvarlarının etrafına ellerine geçen her döneme ait kabartmalı eserleri bir nizam çerçevesinde dizmişlerdir. Dulkadiroğulları Beyliği (1339-1522) Dönemi’nde Kahramanmaraş Kalesi etrafında Geç Hitit eserlerinin biriktirildiği bilinmektedir. Osmanlı Dönemi’nde ise, Saraylarda bulunan hazine dairelerinde ata yadigarı kıymetli eserler, hediyeler ve savaşlarda elde edilen ganimetler korunmaktaydı.
19. yüzyıla gelindiğinde Türk müzeciliğinin temelleri atılmaya başlanmış, 1846 yılında Tophane-i Amire Müşiri Fethi Ahmet Paşa tarafından İstanbul’da Aya İrini Kilisesi’nde ilk müze kurulmuştur. Sadrazam Ali Paşa (1815-1871) müzeyi yeniden düzenleyerek Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) adını verir. Müze Müdürlüğüne önce 1869 yılında İrlandalı Edward Goold, daha sonrada 1872 yılında Alman Dr.P.A. Dethıer getirilir ve müze Çinili Köşk’e taşınır.
1881 yılında Osman Hamdi Bey Müze Müdürlüğü’ne getirilmiş ve Türk müzeciliği için yeni bir dönem başlamıştır. 1884 yılında yeni bir Asar-ı Atika Nizamnamesi hazırlanmış ve eski eserlerin yurt dışına çıkarılması yasaklanmıştır. Osman Hamdi Bey Çinili Köşk’ün bahçesine İstanbul Arkeoloji Müzesini yaptırmış ve O’nun döneminde, 1902 yılında Konya’da, 1904 yılında Bursa’da müze kurulmuştur. Osman Hamdi Bey’in 1910 yılında ölümünden sora yerine kardeşi Halil Ethem Bey getirilmiştir. Halil Ethem Bey özellikle Anadolu müzelerinin gelişmesine katkıda bulunmuş, Türk İslam Eserleri (1914), İstanbul Şark Eserleri Müzesi (1925) O’nun zamanında kurulmuştur.
Son yıllarda çağdaş müzecilik anlayışı ve gösterilen gayretler sonucu Türk müzeciliği dünya müzeleri ile boy ölçüşecek duruma gelmiştir. Avrupa Müze Forumu’nun (The European Museum Forum) her yıl düzenlediği yarışmada Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin 1997 yılında “Avrupa’da Yılın Müzesi” ile ödüllendirilmesinin yanı sıra, İstanbul Türk İslam Eserleri Müzesi-Mansiyon, İstanbul Arkeoloji Müzeleri-Avrupa Konseyi Özel Ödülü, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi-Mansiyon, Antalya Müzesi –Mansiyon, ile ödüllendirilmişlerdir. Bu da bize Türk müzeciliğinin geldiği noktayı göstermektedir. Aynı yarışmada özel müzelerden Sadberk Hanım Müzesi –Mansiyon, Rahmi Koç Endüstri Müzesi-Özel Müze Ödülü, Edirne Sağlık Müzesi ise Avrupada Yılın Müzesi ödülü ile ödüllendirilmiştir.
Günümüzde arkeoloji ve etnoğrafya müzelerinin yanı sıra özel müzelerle de sayıları gün geçtikçe artan Türk müzeciliği, 160. yılında sadece eserlerin sergilendiği depolandığı soğuk mekanlar olmaktan çıkmış, halkın eğitimi için ulusal ve uluslararası konferansların, seminerlerin yapıldığı, çeşitli sosyal ve kültürel faaliyetlerin düzenlediği, sergilerin açıldığı, bilimsel kazı ve yayınların yapıldığı; Ülkemiz tanıtımına katkıda bulunan eğitim ve kültür kurumları haline gelmiştir.
"Bir vatanın sahibi olmanın yolu, o topraklarda yaşamış tarihi olayları bilmek, doğmuş uygarlıkları tanımak, sahip olmaktan geçer.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
Cumhuriyetimizin ilk müzeleri için genelde tarihi binalar kullanılmıştır. Burada amaç eski binanın bakımı ve korunması sağlamaktı. Günümüzde de bu müzelerin bir çoğu ilk kuruldukları binalarda hizmet vermektir.
Atatürk zamanında kurulan müzelerden bazıları;
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi-1921, Antalya Müzesi 1922, Sivas Müzesi-1923, Adana Müzesi-1924, Bergama Müzesi-1924, Topkapı sarayı Müzesi-3 Nisan 1924, İzmir Müzesi-1925, Edirne Müzesi-1925, Ankara Etnoğrafya Müzesi-1925,Tokat Müzesi-1926,Konya Müzesi-1926,Amasya Müzesi-1926,Sinop Müzesi-1932,İzmir Müzesi-1925, Kayseri Müzesi-1929,Efes Müzesi-1930,Afyon Müzesi-1931, Van Müzesi-1932,Ayasofya Müzesi-1934,Diyarbakır Müzesi-1934,Manisa Müzesi-1935,Tire Müzesi-1935, Çanakkale Müzesi-1936,Niğde Müzesi-1936, Tire Müzesi-1936, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi-1937.
Atatürk daha Cumhuriyet kurulmadan önce müzeciliğe de değinmiş, her alanda olduğu gibi arkeoloji biliminde de dünyanın uygar ülkeleri düzeyinde olmayı hedef göstermiş ve hangi dönemde yaratılmış olursa olsun tüm kültür varlıklarının birer tapu senedi gibi sahip çıkılmasının gerekli olduğunu tarihe ve kültüre verdiği değerle her fırsatta anlatmıştır. Öyle ki; Kurtuluş Savaşı yıllarında Sakarya Meydan Savaşı esnasında (23 Ağustos-13 Eylül 1921), Savaşın zaferle sonuçlanacağına ve Misak-i Milli sınırları içinde bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulacağına o kadar inanıyordu ki, Ankara’nın 90 km ötesinde Sakarya Meydan Savaşının tüm hızı ile devam ettiği, top seslerinin Ankara’ya ulaştığı günlerde, Ankara da, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin temelini oluşturan bir Eti müzesi kurulması emrini vermesi işgal güçlerine ‘’biz müzemizi de kurduk bir ulus olarak geliyoruz. Bu toprakların geçmişi de geleceği de bizim’’mesajını iletmek istemesi ile açıklanabilir ki, müzelerin bir ülkenin bekaası için ne denli önem taşıdığına iyi bir örnektir.
Cumhuriyetimizin ilk müze binası olan Etnografya Müzesi’nin Mimarı Arif Hikmet Koyunoğlu hatıralarında; “soğuk tipili bir kış günü Atatürk’ün inşaat sırasında kendilerini ziyaret ettiğini,Türk kahvesi ikram ettiklerini, ön cephedeki kapıdan karlar altında görülen Ankara Ovası’nın bembeyaz manzarasına bakarak bu gün Atatürk Orman Çiftliği’nin bulunduğu yerdeki bataklığın ağaçlandırarak güzel bir çiftlik haline getirilmesini, arkasından müzenin kubbesi altında oturup manzarayı seyretmenin çok hoş olacağını, işini gücünü bitirdikten sonra bu güzel manzaraya karşı bu kubbenin serinliği altında yatıp istirahat etmek istediğini” anlatmaktadır. Ne garip tesadüftür ki işini gücünü bitirmeden önce, milletinin kendisine çok ihtiyacı varken 1938-1953 yılları arasında o kubbenin altı ebedi istiratgahı olmuştur. Etnografya Müzesi 25 Mayıs 1928 tarihinde Afgan Kralı Amanullah Han’ın da katıldığı devlet töreniyle açılmıştır.
“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır."
Mustafa Kemal ATATÜRK
Cumhuriyetin ilk yıllarında yürt dışına kaçırılmış olan eserlerinde tekrar yurda getirilmesine de çalışılmış,Amerikan Konsolosluğu tarfından 30 Ağustos Zaferinden sonra Yunan ordularının İzmir’i terk etmelerinden önce İzmir Lisesi depolarında korunan Sardes Kazısı eserlerini bir gemi ile New York Metropolitan Müzesi’ne gönderilen eserler Zaferin arkasından Atatürk’ün emri ile 1924 yılında eserler tekrar yurda getirilmiştir.
”Geçmiş bilinmezse, gelecek bilinmez. Geçmiş modern bir devlet kurmada en iyi örnektir.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
Bu toprakların geçmişine sahip çıkmanın önemini Ulu Önder TBMM’nin açılışının hemen arkasından 9 Mayıs 1920’de göreve başlayan ilk hükümetin yapacağı işler arasında eski eserlerin derlenmesi ve yeni müzeler kurulmasının istemesinden anlaşılmaktadır. Bu amaçla Maarif Vekaletine bağlı Eski Eserler Müdürlüğü (Asar-ı Atika Müdürlüğü) kurulur. Bu müdürlük ata yadigarı mimari eserlerin ve ören yerlerinin korunmasından sorumludur. Daha önce vilayetlerde kurulan Müze-i Humayun şubelerinin gözetim ve idari işlerini de yürüten müdürlük, bir yıl sonra Asar-ı Atika Müdürlüğü, Hars (Kültür) Müdürlüğü’ne dönüştürülerek kadrosu daha da genişletilir. 5 Kasım 1922 de bir genelge ile Arkeolojik ve Etnografik eserlerin toplanması, envanterlenmesi ve yeni müzelerin kurulması istenmiş, 14 Ağustos 1923 tarihli hükümet programında Müzecilik geniş boyutları ile ele alınmıştır. Atatürk’ün isteği üzerine 1923’te kurulan Heyet-i İlmiye’nin görevleri arasında Ankara’da bir milli müzenin kurulması, Türk Etnografya Müzesinin hemen açılması ve Asar-ı Atika Nizamnamesinin gözden geçirilmesi konuları da yer almıştır.
Atatürk’ün direktifi ile 3 Nisan 1924 yılında Bakanlar Kurulu kararında Topkapı Sarayının Müze olarak ziyarete açılması karalaştırılır ve Sarayın müzeye dönüştürülmesi çalışmalarını yakından takip eder. Fatih Sultan Mehmet tarafından yapılan daha sonraki eklemelerle 700.000 m2 lik bir alanı kaplayan Saray, 1855 yılına kadar 400 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğunun yönetim merkezi olmuştur. Atatürk’ün 1934 yılındaki son ziyaretinde sarayın kütüphanesinde bulunan Piri Reis’in Amerika haritasının gizli olmamasını, dünyaya tanıtılması, özellikle Amerika’ya gönderilmesini ister.
Her fırsatta tarihi yerleri ve müzeleri ziyaret eden Atatürk, 1929 yılında Sultan Ahmet Camii’nin restorasyonunu inceler ve onarımın çabuklaştırılmasını ister. Bu sırada Ayasofya’nın harap halini görür. Avlusu parsellenmiş kahvehane olarak işletilmekte, çatısında güvercinler uçuşmaktadır. Binayı Maarif Vekaleti’ne bağlayarak müze olmasını sağlar ve “…Ehli salip artıklarının her devirde tamahın çeken Ayasofya’yı müze yapıp ilim alemine hediye ediyoruz…” der. 324-327 yılları arasında yapılan Ayasofya 911 yıl kilise 481 yıl cami olarak kullanıldıktan sonra, 1934 yılından bu yana en çok ziyaretçisi olan müzelerden biri olarak hizmet vermektedir.
O’nun döneminde kurulan Türkiye’nin ilk resim heykel müzesi olan İstanbul Resim Heykel Müzesi için Dolmabahçe Sarayı’nın 9 bin metrekarelik Veliaht Dairesi tahsis edilir. 1937 yılının Eylülünde açılan Müze’ye, Ankara Halkevi, Dolmabahçe Sarayı, Maarif Vekaleti ve TBMM gibi yerlerdeki resim ve heykeller müzeye gönderilir.
Atatürk çıktığı yurt gezilerinde müze ve ören yerlerine de uğramış birçok müzenin kuruluşu ile bizzat ilgilenmiştir. Konya gezisi sırasında 21 Şubat 1931 tarihinde İsmet İNÖNÜ’ye çektiği telgrafında” Son tetkik seyahatlerimde muhtelif yerlerde ki müzeleri ve eski sanat medeniyet eserlerini gözden geçirdim;
1-“İstanbul’dan başka Bursa, İzmir, Antalya, Adana ve Konya’da mevcut müzeleri gördüm.Bunlarda şimdiye kadar bulunabilen bazı eserler muhafaza olunmakta ve kısmende ecnebi mütehassıslar yardımıyla tasnif edilmektedir. Ancak memleketimizin hemen her tarafında emsalsiz defineler halinde yatmakta olan kadim medeniyet eserlerinin ileride tarafımızdan meydana çıkarılarak ilmi bir surette muhafaza ve tasnifleri ve geçen devirlerin sürekli ihmali yüzünden pek harap bir hale gelmiş olan abidelerin muhafazaları için Müze Müdürlüklerine ve hafriyat işlerinde kullanılmak üzere (Arkeoloji) mütehassıslarına kat’i lüzum vardır. Bunun için Maarifce harice tahsile gönderilecek talebelerden bir kısmının bu şubeye tahsisi muvafık olacağı fikrindeyim.” (Devlet bursuyla ilk yurt dışına arkeoloji eğitimi almak için gönderilen Ekrem Akurgal, Sedat Alp, Arif Müfit Mansel, Halet Çambel çok sayıda öğrenci yetiştirerek arkeoloji biliminin ülkemizde gelişmesini sağlamışlardır.)
2-“Konya’da asırlarca devam etmiş ihmaller sebebiyle büyük bir harabi içinde bulunmalarına rağmen sekiz asır evvelki Türk medeniyetinin hakiki mimari şaheserleri sayılacak kıymette bazı mebani vardır. Bunlardan bilhassa Karatay Medresesi, Alaeddin Camii, Sahip Ata Medrese Camii derhal ve müstacelen tamire muhtaç bir haldedirler. Bu tamirin gecikmesi ve abidelerin kamilen indirasını mucip olacağından evvela asker işgalinde bulunanların tahliyesinin ve kaffesinin mütehassıs zevat nezaretiyle tamirinin temin buyrulmasını rica ederim.” Kemal ATATÜRK.
Tüm hayatını vatanına ve ulusuna adayan Ulu Önder kültürün bir devlet politikası olduğunu düşünür.Bu topraklarda yaşamış tüm uygarlıkların incelenmesi ve korunması için 15 Nisan 1931 yılında Türk Tarih Kurumu’nun kurulmasını sağlar ve kendinden sonra da bu çalışmaların aksamaması için mirasının büyük bir kısmını araştırmalarda ve kazılarda kullanılmak üzere bu kuruma bırakır. 1935 yılında Florya Köşkü’ne çağırdığı Türk Tarih Kurumu Başkanı Hasan Fehmi Çambel ve Afet İnan’a yazdırdığı, her türlü kültürel ve arkeolojik belgeleri toplanma, koruma, restorasyonu için yeterli tedbirlerin alınması, gerekli kurumlarla işbirliği,yerel çevrelerin duyarlı olmaları, yalnızca kazıların yeterli olmayacağı, buluntuların restorasyonu yapılarak korunmaları ile ilgili ve bu günde önemini koruyan 10 maddelik emrinde şöyle der;
1-Her türlü tarihi vesika, malzeme ve abideleri bulmak, toplamak, muhafaza ve restore etmek.
2-Memleket içinde ve dağınık bir halde açıkta duran tarihi eserleri tahrip olunmak, çalınmak, satılmak, ziya’a uğramak ve zamanla kendi kendine harap olmak tehlikesinden masun bulundurmak için hükümetçe bütün tedbirleri almak,
3-Hükümet otoritelerinin ve belediyelerin yakın ilgi, takip ve mesuliyetleri altında Cumhuriyet Halk Partisi Halk Evleri’ne ve parti organlarına açtıracağı sürekli ve usanmaz bir propaganda faaliyeti ile ve Basın Yayın Umum Müdürlüğü nezareti ve takibi altında günlük gazete ve mecmualarda yaptırılacak sürekli, tesirli, popüler neşriatla, bu milli tarih mallarının asıl sahibi olan Türk halkına muhafaza ettirmek,
4-Gerek içeride ve gerek dışarıdaki müzeler ve kütüphanelerde mevcut eski eserlerin ve tabloların kopyalarından koleksiyonlar vücuda getirmek,
5-Ankara, İstanbul, Bursa, İzmir, Edirne de muayyen devirlere ve kültürlere ait eserleri toplayarak bu şehirleri büyük üslupta birer eski eser ve abideler merkezi haline koymak,
6-Ecnebi tarih ekspedisyonlarının büyük sermayelerle başardıkları kazıları, ileride mali kudretimizin vüs’atlı zamanında yapmak üzere şimdilik, küçük mikyaslarda kazılar tertibi ile arkeolojik ve antropolojik araştırmalar ve keşifler yapmak,
7-Memleket içinde ve dışındaki mühim kazı ve keşif yerlerine seyahatler tertip ederek, bulunan tarihi eserler ve abideler üzerinde ilmi tetkikler yapmak,
8-Hükümete düşen işleri, bu projeleri uygulamakla görevli komisyonların Hükümet nezdinde takip etmeleri,
9-Yabancı bilim müesseseleriyle ve otoriteleriyle, mütehassıslarla işbirliği kurmak,
10-Kültür Bakanlığı’nın verimli yardımı, işbirliğini sağlamak.
Cumhuriyetimizin kuruluşundan hemen sonra Atatürk’ün yaptığı reformlardan birincisi eğitim reformudur. Önce çağdaş eğitim veren ilkokul ve liseler açılır. Yüksekokul olarak sadece İstanbul Üniversitesi vardı, orası da günün koşullarına göre yeterince eğitim veremiyordu. Atatürk arkeologların ülke çapında eğitilerek uzmanlaşmasını ister. 31 Mayıs 1933 yılında kabul edilen “Yeni Üniversite Yasası”nda Arkeoloji ve Tarih bölümleri bulunmaktadır. 1935 yılında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi kurulmuş, Ankara ve İstanbul’da Arkeoloji bölümleri açılmıştır. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı yıllarında okuduğu kitaplardan Türk tarihi ve dilleri ile ilgilendiğini bugün Anıtkabir’de bulunan kendi özel kütüphanesine ait kitaplar ve onların üzerine düştüğü notlardan öğreniyoruz.
Bir taraftan “Yeni Üniversiteler Yasası” hazırlanırken diğer taraftan da yurt dışına öğrenci gönderiliyordu. Bu sırada Almanya’da Hitlerin iktidarından (31 Ocak 1933) kaçan Yahudi ve ailesinde Yahudi bulunan bilim adamlarına bu üniversitelerde özgürce çalışma imkanı sağlanıyordu. Bu bilim adamları arkeoloji, tarih ve sanat tarihi dallarında Türk öğrenciler yetiştirirken yapılan anlaşmayla da, Türk Hükümeti, gelen profesörlerin korunmasını üstleniyordu. Bu anlaşmayı imzalayan Maarif Vekili Reşit Galip Bey; “Bundan sonra bu şahıslar ister serbest, ister hapiste olsunlar, Türk Hükümeti’nin memuru sayılarak Hükümetimizin koruması altına alınmışlardır. Alman Hükümeti onlara bir zorluk çıkarmayacaktır. Eğer çıkaracak olursa, onlarla nasıl başa çıkacağımızı biliyoruz” demiştir.
“Türk Milleti!, tarihinle öğün, çükü senin ecdadın, medeniyetler kuran, devletler, imparatorluklar yaratan bir mevcudiyettir.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
Cumhuriyetin 10.yıldönümünde Atatürk’ün talimatı ile Milli kazılar başlamıştır. Atatürk özellikle Hitit Uygarlığı’nın araştırılmasını istemiş Ankara yakınlarında; Gavurkale 1930, Ahlatlıbel 1933, Karalar 1933, Çankırıkapı (Roma Hamamı), Etiyokuşu, 1937 Alacahöyük 1934, Pazarlı ve Büyük Güllücek 1934 kazıları, 1930 yılında başlayan Trakya Bölgesi araştırmaları ve 1932 yılında başlayan Hasankeyf yüzey araştırması O’nun direktifleri ile başlayan çalışmalardan bazılarıdır. Bu kazılarda Atatürk Cumhuriyetinin ilk arkeologları, tarihçileri, sanat tarihçileri, filologları, antropologları çalışmışlardır. 1933 yılından itibaren Çanakkale-Truva, Çorum-Boğazköy, Malatya-Aslantepe başta olmak üzere yurdun dört bir yanında kazılara başlanmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında eski eserlerin korunması başta Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere devletin üst düzey yöneticileri tarafından titizlikle takip edilmiştir.
“Tarih, bir milletin neler başarabilme gücünde olduğunu gösteren en doğru bir kılavuzdur.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
Atatürk, Berlin Müzesini ve Pastdam sarayını gezmiş ve Bergama Zeus Sunağı’nın kendisini çok etkilediğini, Türkiye’den kaçırıldığını duyduğunda çok üzüldüğünü, sonraki yıllarda kuruluş çalışmalarını denetlerken, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Tahsin ÖZ’e anlatmıştır.
Çeşitli tarihlerde Alacahöyük, Gavurkale, Ahlatlıbel, Efes, Bergama, Aspendos Tiyatrosu gezmiş, İmparator Marcus Aurelius Dönemi’nde (M.S.161-180) yapılan Aspendos Tiyatrosunu ziyareti esnasında tiyatronun restore edilerek kültürel etkinliklere açılmasını istemiştir.
Günümüzde ise, müzelerin ve müzeciliğin gelişmişlik seviyesini, ülkelerin çağdaşlığının ölçütü olarak kabul eden Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı; bu topraklar üzerindeki kültürel miras, hangi tarihte kimler tarafından bırakılmış olursa olsun, insanlığın evrensel değerlerine sahip çıkma bilinci ile yarınlara taşımayı başlıca görevleri arasında saymaktadır.
“Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte Türkiye ne yapacağını bilmelidir... Bizim bu dostluğumuz idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz, onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür... İnanç bir köprüdür... Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
1933 Çankaya Köşkü
Kaynakça
1-A.İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara,1969
2-A.İnan, Mustafa Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım. Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1971
3-Atatürk’ün Kültür ve Medeniyet Konusundaki Sözleri, Atatürk Kültür, Dil Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını 37, Ankara, 1999
4-Ş. Karagöz, İdol Dergisi, Sayı 2, s.22-24, 1999
5-F.Gerçek, Türk Müzeciliği, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1999
6-Reşit Galip,Türk Tarih, Arkeologya ve Etnografya Dergisi 1,İstanbul 1933
7-D.Yaşa, Atatürkçülüğün Esasları, Ankara
8-Ankara Dergisi,Cilt 1,Sayı 2,Ankara, Mayıs 1991
Melek YILDIZTURAN
Arkeolog, Anadolu Medeniyetleri Müzesi
Kaynak: www.kultur.gov.tr