Başkomutan Mustafa Kemal, beraberindeki komutanlar İzmit'te. (18.01.1923)
Başkomutan Mustafa Kemal, beraberindeki komutanlar İzmit'te. (18 Ocak 1923)
İzmit'te Halk ile Konuşma, 18 Ocak 1923
Batı Anadolu seyahati sırasında:
Ölmüş zannedilen milletimiz yeniden bunca hayat kabiliyetini göstererek kadınlarıyla, çocuklarıyla el ele vererek dünyada var olduğunu ispat eden harikalar göstermiş ve bunun kesin sonucu olarak; Lozan konferansına davet olunmuştur. Lozan’da henüz olumlu bir sonuç yoktur. Fakat bu sonuçları kazanmak için çalışılıyor. Millet, Misak-ı Millî’nin gerçek anlamını, kuvveti ve süngüsüyle maddi olarak elde etmiştir. Şimdi Lozan’da yapılacak şey maddi olarak elde edilen bu sonucu, usulen ve resmen belirletmek ve onaylatmaktan ibarettir. Bu sonuç er geç elde edilecektir. Çünkü hukukumuz son derece kanunî ve açıktır. Bunu elde etmek için kuvvetimiz vardır ki, o da anlayıp gerçekten elimizde bulundurduğumuz ve bulunduracağımızı fiilen kanıtladığımız milli hâkimiyetimizdir. Milli hâkimiyetimiz için tehlike var mıdır? dediler. Buna cevap olarak kesin bir biçimde derim ki, hayır, hayır, hayır! Milli hâkimiyetimiz için tehlike yoktur ve olamaz. Çünkü milletimiz, yüzyılların çok acı darbelerinden ve felâketlerinden uyanmıştır. Bunu eski geriliğe götürmenin maddi imkânı kalmamıştır.
Ondan sonra hilâfet makamının huzura konulmasıyla bağımsız yeni Türkiye devletinin ve onu idare eden Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti yerleşik kurallarının ters olup olmadığı hakkındaki soruya cevap verdikten sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin İslâm şeriatı hükümlerinden ibaret olan toplanma, adalet ve kanuna itaat ilkesine uygun olarak kurulduğunu ve Türkiye devleti için hilâfetin söz konusu olmayıp ancak bu zan, İslâm âlemi göz önüne alındığı zaman geleceğini, çünkü hilâfet makamının yalnız Türk’e değil yüce İslâm Alemine ait bulunduğunu bildirerek demişlerdir ki:
- Türkiye Büyük Millet Meclisi, Halifenin değildir ve olamaz. Türkiye Büyük Millet Meclisi yalnız ve yalnız milletindir. Milletin seçtiği vekillerden oluşur. Bu meclis yalnız ve yalnız milletin emrine itaat etmek zorundadır. İsmi ve makamı ne olursa olsun millet, bu hakkını bir kişiye veremez.
Bu İslâm âleminin bugün esaret durumunda bulunmasına dayanarak hilâfet meselesini çözecek seviyeye ulaşıncaya kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin hilâfet makamını bir ümit noktası olarak koruyacağını açıkladıktan sonra demişlerdir ki:
Hilâfet makamını bu şekilde tanıdıktan sonra, bu makamı Türkiye milletinin hâkimiyetini bozacak bir makam diye kabul etmek doğru değildir. Bugün halife olan yüce şahsın bizim ile beraber aynı gerçekleri gördüğünü sanırım. Ancak bir sakınca doğarsa bunu yalnız bu makama bağlamak gerekmez. Bunu yapmak için ilk önce, düşüncelerini şeriat elbisesine, kılığına sokan bazı cahiller, çıkarcılar, ve dalkavuklar ortaya çıkabilir. Bunların yapacağı etkileri ve içeriğini önceden tanıyıp ona göre hazırlanmak her ferdin ve milletin görevidir. Şurasını açıkça söylemek gerekir ki, bu milletin üç buçuk seneye sığdırdığı dava çok büyüktür. Bunu sindirmek için kuvvetli akıl ve hafıza gerekir. Fransızlar büyük ihtilali geri döndürmek için, tam bir asır çalışmışlardır. Hayat felsefesinin garip bir görünümüdür ki, her yararlı ve yeni şeye karşı mutlaka bir kuvvet çıkar. Buna bizim lisanımızda (irtica) derler. İşte bu irticanın yok edilmesi için gereken önlemleri önceden almış olmak gerekir. Bütün millet emin ve rahat olsun ki, inkılâbı yapanlar bu gibi olumsuz kuvvetleri çıktığı noktalarda yok edecek güç, yetenek ve önlemlere sahiptirler. Kesinlikle tekrar ederim ki, milletin hâkimiyeti sonsuzdur. Dinen, ilmen, fennen, kanunen, olaylara göre, sonsuz bulunan bu hâkimiyeti bozacak ve zarara uğratacak ne bu memleketin içinde, ne de dışında kuvvet yoktur ve olamaz. Bütün İslâm âleminin gerçek kurtuluşuna kadar iyi korunmasını üstlenmiş olduğumuz hilâfet makamının varlığı, Türkiye devletinin ne istiklâli, ne idaresi ve ne de hâkimiyeti ile zıtlık oluşturmaz. Bu makam ve bu makamda oturan yüce şahsın varlığının, karıştırma olmadıkça sakınca doğurduğu kabul edilemez. Fakat şurası kesinlikle belli olmalıdır ki, herhangi bir makam ve şahıs tarafından bir sakınca doğrulduğu gün, orada görüşler biter, hareket ve uygulama başlar.
Sayın Paşa bundan sonra iktisat, ziraat konularında ileride izlenecek hareket yolunu çok uzun açıklamışlar ve şimdiye kadar milletimizi fakir düşüren nedenleri birer birer sayarak, gerek meclisçe, gerek bütün millet fertlerince bunların temizlenmesi çarelerinin araştırılması gerektiğini beyan ve Almanya’nın iki misli büyük olan Anadolu’da daima süren harpler ve kötü idareler yüzünden dikkate değer bir biçimde azalan nüfusun artırılması için milleti refaha, memleketi uygarlığa ulaştırmaya çalışmak gerektiğini ve barışın imzasından sonra bütün güç ve kabiliyetimizi bir noktada toplamak zorunda bulunduğumuzu ortaya koymuşlardır. Eğitim, adliye ve genel sağlık meselelerinde bağımsız olarak takibi gereken yol ve hareketi ayrıntılarıyla açıklamışlardır.
Ondan sonra Halk Fırkası hakkında sorulan soruya verdikleri cevapta, şimdiye kadar bazı girişimcilerin yapamadıkları ve yapamayacakları bazı kapalı sözler ile programlar meydana getirdiklerini, halbuki bunların memlekete hiçbir yararı dokunmadığını söylemekle Halk Fırkası programının bütün milli fertlerin düşüncelerinin ve isteklerinin sonucu olacak ve uygulanabilecek bir biçimde düzenlenmesi gerektiğini ve işte bu makamda Halk Fırkası hakkında bütün milletin düşüncelerine başvurduklarını bildirerek demişlerdir ki:
Öyle bir partinin temel ruhu tam bağımsızlık ve kayıtsız şartsız milli hâkimiyettir. Bu milletin alın yazısını ellerine bırakacağımız insanlardan oluşmuş meclis ve onun hükümetinin dikkatle izleyeceği, fakat hiçbir taraftan milletin istiklâline ve hâkimiyetine göz dikilmemesinden ve bu istiklâl ve hâkimiyete dikilecek gözleri çıkarmaktan ibaret bulunacaktır.
Sayın Paşa sonra vatana ihanette bulunanların, genel affı ilke olarak kabul edilse bile, kesinlikle af edilemeyeceklerini söylemişlerdir. Avrupa’da eğitim gören gençlerin uzman oldukları dallarda verimli bir şekilde hizmetlerinden yararlanılacağını söyledikten sonra yedek subaylarının barıştan sonra refaha kavuşturulmalarını göz önüne alıp almadıkları hakkındaki soruya da şu cevapta bulunmuşlardır:
Yedek subay demek, milletin aydın sınıfına aldığı vatan evlâdı demektir. Fakat vatan evlâdı irfan nuruyla yaptığı görevden başka, orduya girerek düşman kurşununa göğüs gererek vatan görevini fiili olarak da yapmıştır. Temelde bilgi ve anlayış sahibi olduklarından dolayı kendilerine millet muhtaçtır. Orduda, savaş meydanlarında ölüm ile mücadele yapmış, tecrübe görmüş, cesaretine güzellik vermiş olan bu gençleri millet rahatlatmayı bir görev bilir. Gerek yedek subayları ve gerekse tarihin ordumuzda şeref ve şan ile söz edeceği subaylarımız emin, rahat olmalıdırlar ki millet kendilerine son derece parlak bir gelecek hazırlıyor.
Kaynak: İzmir Yollarında, sayfa: 27-28