Mustafa Kemal, Konya Nalbant Okulu öğrencilerinin diploma töreninde. (03.04.1922)

Karakter Boyutu

Mustafa Kemal, Konya Nalbant Okulu öğrencilerinin diploma töreninde. (03 Nisan 1922)

Mustafa Kemal Paşa Konya Nalbant Okulunda, 3 Nisan 1922

Kurtuluş Savaşı’nın en kritik yılı olan 1922’nin 1 Nisan- 4 Nisan târihleri arasında, Başkomutan Gâzi Mustafa Kemal Paşa, cepheyi teftişten sonra, Konya’ya geldi. Bu târihlerde Büyük Taarruz’un hazırlıkları da yoğun bir biçimde sürmekteydi. Konya Nalbant Okulu ilk mezunlarını vermek üzereydi. Bugünkü Samanpazarı semtinde, Hâkimiyet-i Milliye İlkokulu’na yakın bir handa eğitim veren Nalbant Okulu’nun Türk ordusu için önemi büyüktü; okul, nal ve mıhların üretimini de üstlenmişti. Paşanın teşrif edeceği mezûniyet törenine şevkle hazırlanan okulun giriş kapısının üzerine, “Sanat altın bileziktir-İşçinin alın teri mübârektir-Çelik ordular kuvvetini sanâyiden alır-Çalışmak ibâdettir.” yazılı levhalar konmuş, etraf çiçeklerle süslenmişti. Tam ortada kocaman bir nal asılıydı. Okulun avlusuna bayraklar ve çam dalları ile süslenmiş bir çadır (gölgelik)kurulmuş, gölgeliğin içine halılar serilmiş, sandalyeler yerleştirilmişti. Konya Menzil müfettişi Kâzım (Dirik) Paşa, Mustafa Kemal Paşa ve maiyetini bando eşliğinde meydanda karşılayarak okulun avlusuna aldı.

Tören, Kâzım Paşa’nın konuşması ile başladı:

“Gâzi Paşa hazretleri, muhterem efendiler! Ordumuzun ihtiyâcâtı, geçen sene haziranında bu sanat yurdunu vücûda getirdi. (ed. Eskişehir’deki) 4 aylık bir kurs esnâsında 60 nalbant ustası yetiştirerek takrîben Sakarya Muhârebelerinin harâretli anlarında orduya ulaştırdı. Bu ikinci kursta da 50 sanatkâr yetiştirip ordumuza gönderiyor. Vâkıa şahâdetnâmelerinde dört ay deniyorsa da bunlar bütün kış hengâmında ve geceli gündüzlü ateşle ve örsle karşılaştılar. Nalbant geleni demirci, demirci gelenleri nalbant yetiştiren şu müessese dokuz ay zarfında yarım milyona yaklaşan nal ve mıh îmal etmiş ve ordumuza yetiştirmiştir.”

Kazım Paşa konuşmasında Nalbant Okulu’nda öğrencilere okuma yazma öğretildiğinden de bahsetti.

Ardından Mustafa Kemal Paşa coşkulu alkışlar eşliğinde kürsüye geldi ve konuşmasına başladı.

“Efendiler!

Türk milleti, asıl kökünde ve ondan sonra hareket ve faaliyetlerle malî devrelerinde, araştırılırsa görülür ki, milletimizin alışılmış sosyal hayatıyla askerlik sanatı iç içe bulunmuştur. Millet, bu sanatın bütün gereklerini, hayat ve işlerinin gerekleri kabul ederek doğal bir şekilde yapardı. Denebilir ki, milletin sosyal heyeti, ordu heyeti halinde idi.

Şüphe edilmez ki bu ordunun, bu heyetin ihtiyaçları kişilerin eliyle, kişilerin emeği ile yapılırdı. Elbette yabancı fabrikalarına, yabancı zanaatçılarına ısmarlanmazdı. Fakat Osmanlı Türkleri, İstanbul’u, Rumeli’yi fethettikten sonra hayatlarının gerekli sosyal ihtiyaçlarını kendilerinin sağlamasından doygun olduklarını kabul ettiler. Bu konuyu içli dışlı temasa geldikleri yabancı unsurların çıkarının ellerine bıraktılar. Onlar, yalnız uzun zaferlerin sıkıntılarının zorluklarına göğüs germeği geniş savaş meydanlarının ölmez kahramanlığı şerefini elde etmeyi övünme nedeni bilirlerdi. Onlar için bu kahramanlık sanatından başka sanat yoktu. Veyahut başka sanatla uğraşmayı onurlarına aykırı görürlerdi.

Hafızamda aldanmıyorsam, Belgrad üzerinden Viyana’ya yürüyen büyük bir Osmanlı ordusunun başında bulunan en büyük Osmanlı padişahlarından birinin, bir sanatkâra ihtiyacı olmuştu. Bunu bulmak önemli bir mesele oldu. Sonunda erler arasından biri çıktı. Fakat padişah bu olaydan, ordu içinde bir sanatçının bulunmasından üzüntü duymuştu. Padişah, sanatçıların orduya girmesinin ordunun sağlamlığını bozacağı düşüncesinde idi.

İşte bu zihniyetin yaygın hakimiyetidir ki, sonuç olarak Osmanlı ordusunu ve milletini iğneden ipliğe kadar, naldan mıha kadar her türlü ihtiyaçlarını sağlamaktan cahil ve aciz bıraktı. İhtiyaçlarının sağlanması için milleti haraç verici kıldı. Bu anlayışla sanatın gereği, sanatçılığın önem ve onuru elbette değerlendirilemezdi.

Efendiler! Memleketimizin bereketli topraklarından, sonsuz erdemlerinden, türlü ve zengin kaynaklarından kimseye muhtaç olmaksızın hakkiyle yararlanabilmek için ve bundan dolayı milletimizi mutlu ve refah içinde, ordumuzu tamamen ihtiyacını tamamlamış ve kuvvetli yaşatabilmek için sanat gereklidir.

Sanatın en basiti, en şereflisidir. Kunduracı, terzi, marangoz, saraç, demirci, nalbant sosyal hayatımızda ve askeri hayatımızda saygı ve onura layık sanatçılardır.

Bugün bir sanat kurumunun içinde bulunduğumdan, bu kurumun ikinci mahsulünü orduya sunduğunu gördüğümden cidden mutluyum. Bu kurumun oluşturulmasına yardım edenlere özellikle teşekkür eder ve onları takdirler ile kutlarım.”1 diyerek Nalbant Okulu’nun önemini dilendirdi.

Paşanın fikrine göre, Türk milletini mesut ve müreffeh, Türk ordusunu tamâmen ihtiyaçtan müstağni ve kavî yaşatabilmek için nalbantlık mesleği gibi diğer bütün meslekleri öğrenmek ve tatbik etmek gerekliydi. Sanatın en şereflisi, en basit olanıydı. Kunduracı, terzi, marangoz, saraç, demirci, nalbant ustaları, sosyal ve askerî hayâtın en hürmetli ve haysiyetli mevkiine lâyık sanatkârlardı.

Gâzi’nin alkışlar eşliğinde tamamlanan konuşmasından sonra, okuldaki bütün ocaklar işlemeye, yeni mezun nalbantlar nal ve mıh yapmaya başladı. Tezgâhların hepsi tek tek gezildi. Daha sonra avluya iki at getirildi; okul birincisi Karamanlı İzzet ve okul ikincisi İnebolulu Abdullah, seri bir şekilde bu atları nalladılar. Diploma almayı bekleyen diğer öğrenciler de yerlerini almıştı. Gâzi Paşa, okul birincisi ve ikincisine diplomalarını verip birer saat hediye ettikten sonra şöyle dedi:

-"Saygıdeğer Ustalar! Bugün size şu diplomaları verirken derin bir sevinçle, mutlulukla duygulanmış bulunuyorum. Buradan ordumuza katılacak, vatanî hizmetlerinizi yapacaksınız. Ordumuzun sizinle övüneceğine inanıyorum. Ordu, sizin gibi ustalara sahip oldukça memnun olacaktır. Çoğalmanızı dilerim." 

Okulu ziyâret eden heyetin içinde Rus sefîri Aralof da bulunmaktaydı. Aralof’un yeni mezun bir ustaya diplomasını takdim ederken söylediği sözler, orada bulunanlar üzerinde büyük heyecan yarattı:

“İzmir’e ilk ayak basacak atın, senin tarafından nallanmış olmasını temennî ederim.” Azerbaycan sefîri İbrahim Abilof’un konuşması da Nalbant Okulu’ndaki mezûniyet coşkusunu en güzel şekilde yansıtıyordu: “Bugüne kadar ziyâret ettiğim müesseseler, şu gördüğüm teşkîlat (Nalbant Okulu) gibi hep yoktan var edilmiştir. Yoktan var eden, iğne ile dağ devirmeye gücü olan bir millet, elbette istiklâl ve istikbâlini temin etmiştir… Yaşasın hür ve müstakil Türkiye! Yaşasın onun kahraman askerleri!”2

Kaynak: 1. Babalık, sayı: 363 

              2. Mehmet Önder, Atatürk Konya’da, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1989, ISBN:9751601614

Bu fotoğrafı paylaş
Mustafa Kemal, Konya Nalbant Okulu öğrencilerinin diploma töreninde. (03.04.1922)